(Kimseye söylemezsen sana bir şey anlatayım…)
……………
Bir gün, denizin kenarına oturursun… Biliyorsun; ya iri kayalar, yahut denizin dalgalarını süzdüğü kumlar olur sahilde. Bir gün denizin kenarına oturursun… Ya iri bir kaya vardır altında, veya hışırdayan kumlar…
Dalgalar; eteğinin kıvrımlarına pençe atmaya çalışan tekir bir kedi yavrusu gibidir; sıçrar, yakalayamaz… Saldırır, denk getiremez… Sen ayağını yere vursan, o "tısss" diyerek geri sürünür, ama dayanamaz yine atlar!..
Ahhh ah!..
İçin sıcacık oldu şimdi değil mi?.. Deniz kokusu gibi dolduğumu da biliyorum ciğerlerine… Nerden mi biliyorum?..
Çünkü benim de ciğerlerim "deniz mavisiyle" dolmakta!..
Bir gün bir sahile oturursun…
Belki benim de, sanki "denizin bekçisi" imişim gibi kıyısına oturup, bütün çocukluğumu gözlerine döktüğüm suyun kıyısına…
Bir gün bir sahile oturursun…
Kim bilir, belki de benim balık avladığım yerdir burası. Belki yosunlu ahşap iskeleden ayağımın kaydığı yerdir… Belki de ilk kez boyumu aşan sulara düştüğüm yerdir, belki ilk kez deniz suyunu yuttuğum yerdir… Belki ilk kez dizime gelen suda çömüp, dirseklerimi dizlerime dayamış ve sevdalı başımı avuçlamış olarak; her ışığı bin ışığa bölen yaşlarla dolu gözlerimle ufka baktığım yerdir burası… Martılarla söyleştiğim, köpüklerle fısıldaştığım yerdir…
Belki, orasıdır burası!..
Sen, belki denize kulağını dayamayı bilmezsin; denizin kalbini dinlemek için… Sen, belki taşı taşa vurarak kulağındaki suyu çıkarmayı da bilmezsin. Ama sen bilirsin denizin kenarına oturmasını; dalga atladığında kaçmaya hazır bekleyen benekli bir güvercin gibi…
İşte bir gün, ordaki bir sahilde, bir deniz kenarında otururken, suyun hep akmakta olduğunu farkedersin.
Suyun hep birşeyler taşıdığını farkedersin bir yerdeen bir yere, bir yardaan bir yâra!..
İşte bu; içinin nâralandığı andır!..
Gönlünün yaralandığı andır!..
……
İşte o an;
Alırsın akan denizden, "içinden mektubu çalınmış" cam şişeyi…
Zorlayarak çıkarırsın ağzındaki mantarı; dökersin, dökülmez… Bakarsın, görülmez… Üflersin bari o da sana üflesin diye; üfler!..
Ama üfler mi, öf’ler mi bilmezsin!..
Sen, otururken uzakta, bir denizin kıyısında…
Ben, önümden geçen "mektubu çalınmış" şişeyi boğazına kadar suya batırıp, mantarını çektiğim deliğinden bakarım; görmek için seni…
…..
Ama, gördüğüm; deniz mavisidir!..
……………
….işte ben, (nadiren de olsa) aynen böyle yazılar yazarım gelen mektupların içine. Sahipleri bilmez bunu, sadece hissederler. Hissederler ama "bir histi" deer, geçerler… İşte, ilk mektubun geldiğinden sonraki yazı, ilk satırlarının kucağına dökülmüş böyle bir deste güldü; bahçemde büyüttüğüm!
Şimdi… Aslında… Bu satırları bana "sen" yazmış olsaydın, ben; "evet" demen için heyecanla gözlerinin yaramaz bebeğine bakarken;
"Heyy! Sen, bunları bana mı yazdın?.." diye sorar… Ama "evet" dediğin zaman da…
İnanmazdım!..
Stop
Muammer Erkul
29 Mart 2002 Cuma