Çok kolay anlaşılacak bir yazım var bugün.
Konu şu: Doğru yere bakarken bile genellikle yanlış şeyleri görüyoruz!..
Örnek: İlgi alanımızdaki birinin yakınlarımıza geldiğini duyuyoruz. Koşuyoruz hemen onu görmeye… Ne güzel.
Peki ama, ya biz onun yanındayken kafamızdan geçenler?..
Sakıp Ağa koca bir ömür geçirdi, bu topraklarda…
Halktan biri gibiydi rahmetli. Üniversite veya kahvehane; mümkünse gidip çağırıldığı yerde konuşurdu… Fakat, onu yüz yüze dinleyen binlerce, televizyonlardan izleyen milyonlarca kişiden;
“Gene komik bir şey söylese de gülsek” diye bekleşenler, Sabancı’dan hiçbir şey öğrenemedi…
Yazık!
Konumuz bir kişi veya bir isim değil. Konumuz; “biz”iz. Yani bu yazıyı yazan ve okuyanlar olarak; “birey”leriz, “ben”leriz…
Elbette biliyorum ki her birimizin birer hayat hikayesi var. Ama göz önüne, su üstüne, kalabalıkların önüne çıkabilmiş olan kimselerin yapıp-yaşadıkları (örnek olma açısından) diğerlerinden daha mühim değil mi?..
Öyle alıştırıldık ki, bir tiyatro-sinema sanatçısı görsek, ilk aklımıza gelen sorulardan biri; “acaba en son ne zaman sevgili değiştirdi…” Bir iş adamı görsek; “acaba en son nereyi hortumladı, kimi dolandırdı” oluyor…
Gerçek sanatçılardan, hakiki iş adamlarından bahsedeceğim şu anda. Yani beş sene önce de adını bildiğiniz ve beş sene sonra da ismini hatırlayacağınızdan emin olduğunuz sahne veya ticaret dünyasının yıldızlardan… Düşünün bakalım şimdi, iyi düşünün: Acaba bu sanatçılar, sevgili üstüne sevgili değiştirerek mi gelmişler san’atın bu noktasına… Bu iş adamları çalarak çırparak mı büyümüşler?
Böyle olsaydı bunun adı “başarı” mı olurdu?
Merak edin bakalım: Başarmanın belli sebepleri mi var?..
Yıllar boyunca seminerlere katıldım… İlk önceleri; “öğretmenin elbisesindeki söküğe takılmak” gibi, bana hiç faydası olmayacak lüzumsuz detaylara çok kafa yordum. Fakat bu kadar para ve şu kadar zaman harcayarak öğrendiklerimden… Hem de en önemlilerinden biri ne oldu, biliyor musunuz?..
Seminer sahnesinde konuşan (istediğini başarmış bir iş adamı olan) şahıs dedi ki:
“Ben, ne zaman; bulunduğum şehrin yakınlarına, gerçekten başarılı birinin geldiğini duysam, hemen onu görmeye, dinlemeye koşarım… Farklı konularda çalışıyor olsak bile fark etmez. Çünkü başarının belirli bazı yolları vardır. Ve başaran kimseler bu yolları takip ederek bulundukları noktalara ulaşmışlardır… Üstelik, başkalarının tecrübelerinden istifade etmek, kendi tecrübelerimize kıyasla daha ucuz ve daha acısız olandır, yani engellerle dolu olan önümüzdeki yolu kısaltmaktır!..”
Çöplükteki sarhoşun ne içerek devrildiğini merak etmek bizi başarıya taşımaz… Yazdığım bu son cümle üzerine istisnalar/faraziyeler/fanteziler üretmek de hiç kimsenin “ne kadar akıllı olduğunu” ispatlamaz!..
Fakat bizim, henüz belirsiz olan yolumuzun ilerisinde dimdik/sağlam adımlarla yürüyen birinden mesajlar-bilgiler alabilirsek, işte o bize hız verir, enerji katar…
Değil mi?..
Karşımızdaki kişi ister antrenör olsun, ister şarkıcı olsun, ister yazar, ister politikacı, ister tüccar, isterse bakkal, öğrenci, anne olsun fark etmiyor… Karşımızdakinin “sırrı / özeli” bizi büyütmüyor, bize faydalı şeyler katmıyor.
Bize, onun “başarıyı yakalama metodu” gerekiyor!..
…..
Yani karşımızdaki, gerçekten doğru şey/kişi olabilir.
Bizim; bu doğrunun dahilindeki “doğru olana” bakmamız gerekiyor, öyle değil mi?..
Stop
Muammer Erkul
21 Ekim 2004 Perşembe