Yoldan gelmişim, günlerdir yorgun ve uykusuzum, üstelik de geç yatmışım,,, ki sabahın köründe “zarrr” zil… Neredeyse, cesedimi yorganın altında bırakıp, sanki uçuşarak açtım kapıyı ki karşımda kapıcı…
“Hayırdır, bu saatte?..”
“Diyecektim ki… Şey yani, ben futboldan iyi anlarım da…”
Siz hiç kapıcı öldürdünüz mü?.
Ben de öldürmedim… Henüz!.. Suratına bakmaya çalışıyorum ama, gözümün birinin kapağını kaldırsam diğeri aşağı iniyor, oyun parklarındaki tahterevalliler gibi… Devam ediyor adam:
“Ben futbolu iyi bilirim. Bizim köyün takımını hep ben çalıştırırdım. Şampiyon olduk… Sonra …… ilçesinin genç takımını da ben çalıştırdım, tam iki sene…”
“Ya, iyi de sabah sabah bunlardan bana ne?..”
“Şey, bizim meslek zor, üç kuruş uğruna gecen gündüzüne karışıyor… Diyorum ki, senin çevren var, eşin dostun sayılı kişiler, spor muhabirlerini, gazete müdürlerini filan tanıyorsun, bana bir iyilik yap…”
“Nasıl bir iyilik?..”
“Yani, hazır takımın başında doğru düzgün kimse yokken, ben geçeyim başına…”
İki gözüm aynı anda ilk o zaman açıldı ve saf saf, ciddi ciddi konuşan adamın yüzüne şaşkın şaşkın bakarak;
“Hangi takımın?” Diye sordum. O da, başını hafifçe eğip, tevazu içinde dedi ki:
“Fenerbahçe’nin!..”
Yuh yani, bu kadar olur… Ne hallere kaldı koca takım. İyi ki yazmadım ne zamandır Fenerbahçe’li olduğumu…
Ben yazmadım ama, geçen gün (iyi bildiğiniz) Fenerbahçe’li bir arkadaşım (züğürt tesellisi ama güzel yani) diyerek bir mail göndermiş. Diyor ki:
“Bu akşam 90 dakika programında Hıncal Uluç müthiş bir itirafta bulundu, bilmem dikkatinizi çekti mi? Aynen şöyle konuştu: Ben Galatasaray’ın Hagi’li efsane kadrosunun şampiyonluk yarışından koptuğunda bir Göztepe maçı hatırlıyorum, havanın muhteşem güzel olduğu o maçı Alisamiyen’de 800 kişi seyretti arkadaşlar… Dün, bırakın maça gitmeyi, evden dışarı kafayı dahi çıkarttırmayacak berbat bir hava ve yağmurda,,, ki Fenerbahçe ligden, kupadan, tüm hedeflerinden kopmuş bir Fenerbahçe, iki teknik direktör göndermiş, 12 oyuncusu çeşitli sebeplerle kadroda olmayan Fenerbahçe’yi, dün 40.000 kişi seyretti… Evet, Fenerbahçe’lilik başka bir şey olmalı, yok böyle bir şey!..”
Ben de sadece iki kelimelik bir cevap yazdım arkadaşıma.
“Mazoşizm nedir?..” Diye sordum!..
Evet, acı çekmekten, aşağılanmaktan, zor durumda bırakılmaktan haz duyan ve bir de bunun üstüne para veren böyle bir kitle nerde bulunur ki bizden başka?..
Şimdi her şey bitmiş de sıra Nouma’nın “hareketlerine” gelmiş; gol atınca elinin nerde durduğuna yani… Kulüp ise bu yüzü kara adamı (kendi yüz karasına bakmadan) mahkemeye verecekmiş… E yani, adam;
“Mantarım var, ne zaman kaşınacağı belli olmuyor ki” dese, ne cevap vereceksin?..
…..
Bu yazı burda bitti aslında, ama ben yazılmamış bir notumu sıkıştırayım buraya:
Oğuz takımda oynarken ve halkın arasında çok beğenilirdi. Kibardı, sakindi, ölçülü ve kararlıydı. Takım arkadaşlarını örgütlüyor, diye söylenirdi o zamanlar, sonra kulüp içindeki huzursuzluğu körüklüyor denmeye başladı, inanmadım bunlara. Bir gün ansızın “takımın başındasın” dendiği güne kadar.
Televizyondaki ilk basın açıklamasını (ki bunu tekrar tekrar önce kendi seyretmeli) yaptı. Sözlerinin arasından, kara bir kapı aralandı; içerisini gördüm!!!.. Ve o an: “Bu iş, başlamadan bitti” dedim…
Hatırlayın, o acemi ve heyecanlı ilk basın toplantısında; (bu işin bu noktaya böyle gelmesi için çok çalıştığını, beklediğini) filan söylüyordu…
Dünya, işte böyle bir denge üzerine kurulmuş dostlar;
Eden, görmeden gitmiyor!..
Stop
Muammer Erkul
23 Nisan 2003 Çarşamba