——————-
Ben: Hoca kalkıp ziyaretine geliyor talebesini;
"haline şükret evladım" diyor…
O: 🙂
Ben: "Bu halime mi şükredeyim diyor" gene adam…
Fakat sonra, içerde bir kavga, yaralama filan;
bu da karışıyor olaya ve bu defa hücreye atıyorlar adamı.
Hocası gene geliyor;
"bu haline haline şükret evlat" diyor…
O: Tühh!..
———————-
———————–
Ben: Günaydın.
Gözünü açtın;) yüzünü yıkadın mı?
O: 🙂 yıkadım.
Ben: Nabiyon, derdi bizim bir komşu. Nabiyon…
O: Şükür bu güne.
Ben: Dün Osman abi şükretmemeyi anlatıyordu ya, belki izlemişsindir…
O: İzlemedim…
Ben: Adam şükretmiyor ve hapse düşüyor ya…
O: Sonra…
Ben: Hocası; bulunduğumuz hale şükretmemiz lazım, diyor da o kalbinden "şükredecek halim mi var" diyor. Bir kaç kere tekrar ediyor, kalp gözüyle baktığı için hoca. Ama ıı ıh, herifin içinde inat var!..
Neyse, sohbet bitiyor. Çıkıyor dışarı. Fakat hırsızlık mı ne, bir şey olmuş, tutup bunu da alıyorlar içeri…
O: Sonra?
Ben: Hoca kalkıp ziyaretine geliyor talebesini; "haline şükret evladım" diyor…
O: 🙂
Ben: "Bu halime mi şükredeyim diyor" gene adam… Fakat sonra, içerde bir kavga, yaralama filan; bu da karışıyor olaya ve bu defa hücreye atıyorlar adamı.
Hocası gene geliyor; "bu haline haline şükret evlat" diyor…
O: Tühh!..
Ben: Hocam, diyor ya… Şu halime bak. Hiç yoktan başıma neler geldi, buna nasıl şükredeyim!..
O: Yaaa!
Ben: Sonra dışarıdan bir başka adam getiriyorlar ve başka yer olmadığı için onun hücresine koyuyorlar…
Fakat adam hasta…
O: 🙁
Ben: Hasta ki, hem önden çıkarmakta, hem de arkadan…
Diyorlar ki bizimkine "bu kirlettikçe sen temizleyecesin!"
O: OOoff
Ben: Hoca geliyor gene. Talebesi ya, kıyamıyor haliyle…
"Nasılsın evladım" diye soruyor…
..Ne diyor sence?
O: Çok şükür, mü?
Ben: Diyor ki…
"Elhamdülillaah hocaam, bu halime şükürler olsun… Yoksa bu adam ölür filan, burada bırakır almazlar, hücremde bir ölüyle yatarım. Bu halime şükürler olsun, beterin beteri var…
Tabii ki, şükredince durum değişmeye başlıyor.
O: Gerçekten mii:)
Ben: Ben bilmem. Ben Osman abiden dinlediğimi anlattım. O da bir yerden okumuştur da anlatmıştır elbette.
O: Ama değişiyor adam, kurtuluyor belki de.
Ben: Tesir etmeyidiyse bu hikaye, suç bendedir, çünkü yazı yazmak için oturmamıştım, yani abdest bile almamıştım henüz…
O: Canım, çok güzeldi 🙂
Ben: Öyle işte…
O: Teşekkür ederim… Şükretmediğim gün yok.
Ben: Bu gün Abdüllatif abiden gelen menkıbeyi bilirsin ama; haani, tabiînden bir büyük, damda namaz kılarken öyle ağlıyor ki; mescide namaza giden bir Müslümanın üzerine damlıyor…
O kişi de yukarıya sesleniyor:
"Ey arkadaş, bu damlayan su namaza mani midir?"
Yukarıdan sesleniyor o mübarek:
"Sen o elbisseni yıka kardeş, diyor… Çünkü o, bir günahkardan süzülen gözyaşıdır!.."
O: Allahıımm!..
Ben: Bunu okudum; idrakim durdu!..
O: Ne diyeyim, kalbim bişi oldu!
Ben: Dedim ki; bu hale inanılır mı, yani bir bizim halimize bak, bir de onların hallerine…
O: Nefesi tıkanır ya insanın…
Ben: Öyle gerçekten. Söz bitiyor…
O: Çok şükür tanıtanlara…
Ben: İnsan yalandan ağlar mı, bu laf yalandan denebilir mi?..
O: 🙁 ağlamaz her halde, ya da kendi bile farkında mı olmaz!
Ben: Biz böyle yalanlar ve günahlar içinde!..
..işte böyle..
O: Allah affetsin hepimizi, büyükler hürmetine…
Ben: Yeter sana bu kadar; nasihat da değil bu, hem de sana değil zaten, kendime…
Sana anlatınca kendim de duyuyorum, sebebi buydu!..
Canımsın…
Sevgimle
M:)
O: 🙂 Bana da yeteer…
Bunların hakkından gelsek, ne ala…
sen de canımsıın…
Ben: Nasılsın şimdi? :)))
O: ÇOK ŞÜKÜR:)
Ben: Elhamdülillaaah:)))
O: ELHAMDÜLİLLAAHH
O: Anlat hep. Hiç bıkmam ben dinlemekten. Aynısı bile olsa anlat, tekrar tekrar…
Ben: Sendeki hastalıkları bilip böyle şükrettiğini görbe bazıları ne der, ve bendeki şükürsüzlüğü bilmeyen biri de sana böyle bol kepçe dağıttığımı gördükçe ne düşünür, kim bilir!..
O: Öyle değil.
Sen anlatacaksın.
Ben yok olurum yoksa!
Ben: Estağfirullah…
Körün yol tarifi bizdeki, iyi ki dinleyip öğrendiklerimiz var…
O: Elhamdülillaahh…
Ben: Bana müsaade… Hakkını helal et…
Hadi bakalım, hoşçakal. Dua beklerim hep ve hep…
O: Sen de eksik etme duanı. Ve helal et hakkını… Seni seviyorum çok…
Ben: Helal olsun, kıyamete kadar hepsi, ne varsa…
O: 🙂 Helal olsun hepsi…
…
(14 Ocak 2009)
Osman hocanın şükretmeyi öğreten programını ben de radyodan dinledim. Orda talebenin hocasına kullandığı “tuzu kuru” ifadesini ayynen ben de senin için kullanmıştım…
Ben de o safhalara gelmeden şükretmeyi öğrenirim inşallah…
Bi de şu içimdeki nefreti silebilsem…
Hakkını helal et, dua et canım abiciğim… 🙂
H…
Abdüllatif abiden bugün gelen menkıbe de sanki onun devamı gibiydi. Aşağıda:
……..
Allah dostlarından Bişr-i Hafî hazretleri rahmetullahi aleyh anlatıyor:
Bir sene Abadan ülkesine gitmiştim. Orada, (Cüzâmlı) ve (Kör) birine rastladım yol kenarında. Öyle ki, vücudundaki yaraların üzerine binlerce karınca üşüşmüş, yerlerdi bedenini.
Acıyıp, başını kucağıma aldım. Kendinde değildi. Nihayet ayılıp beni gördü ve;
Rabbimle aramıza giren bu adam kim? Dedi hemen.
Ben, Bişr-i Hafîyim. Bu sıkıntıya nasıl katlanıyorsun? Dedim.
Cevaben;
Hiç mühim değil.
Etlerim lime lime olup dökülse de, Rabbime olan muhabbetim hiç azalmadı. Dedi. Ve ekledi:
Çünkü Sevgiliden gelen de sevgilidir. Bu, sıkıntı değil, büyük nîmettir. O, çok sevdiği kullarına böyle belâ gönderir.
CLL
İnsanların bilgi sahibi olmalarını sağlayacak kıssalar içeriyor bu seferki. Bence çok güzel olmuş. Rahatsız eden kısımları da yoktu.
Gerçekten de okuyanlara şükrü öğretebilecek bir yazı olmuş. 🙂
GÜL S.
Tanıdığım biri var, hep der ki;
Hasta mıyım? evet.
İyi miyim? İki kere evet:-)
Olmuşları ve olabilecekleri düşününce insan bir değil, iki kere şükredebiliyor demek ki haline…
Ben de sevdim bu sohbeti:-)
Güzel şeyler hatırlatıyor.
Şifa niyetine tekrar tekrar okuyorum.
Sevgiler
GÖLÇİÇEĞİ
Çok önemli bugünümüze şükretmek, her nefes için elhamdülillah demek. Ama o’nun da ne kadar acı çektiğini; ağrılara, sızılara ağrıkesici bile almadan dayandığını. Gözümün önünde ağrıdan kıvranırken elinde tesbih elhamdülillah dediğini ve yine şükrettiğini bilirim, çok kere şahit oldum. Yani sözün özü şükretmeyi iyi bilenlerdendir o…
O’NUN CANI
İnsanlar çok ilginç!
FATMA
Haklısın…
Da kim ve neden?
XMAN
Şu üç şeyi yapan tam şükretmiş olur:
1- Gelen her nimeti Allah’dan bilip şükretmek.
2- Allahü teâlânın verdiği her şeye razı olmak.
3- Nimetlerden istifade edildiği müddetçe, Allahü teâlâya isyan etmemek.
Şükür, hem eldeki nimeti yok olmaktan kurtarır, hem de yeni nimetlere kavuşturur.
(www.dinimizislam.com)
AYŞE
Aynen aktarıyorum: “Şükür, Allahü teâlânın verdiği nimetleri yerinde sarf etmek, günahlardan kaçınmaktır. İnsan, Rabbin verdiği nimetlerle günah işlerse, nankörlük etmiş olur. Şükür, nimeti değil, nimeti vereni görmektir. Nimeti vereni bilip gereğiyle amel etmektir. Bu amel, kalb, dil ve diğer azâlarla olur. Kalb ile iyiliğe niyet eder. Dil ile hamd eder, şükrünü açıklar. Uzuvlarla şükür ise, Allahü teâlânın verdiği nimetleri yerli yerinde kullanmaktır. Mesela gözün şükrü, müslümanların, arkadaşların kusurunu görmemektir. Kulağın şükrü, söylenilen ayıpları duymamış olmaktır. Şükür, Allahü teâlânın verdiği nimetleri Onun sevdiği yerlerde kullanmaktır. Allahü teâlâ bir kula birbirini takip eden çeşitli nimetler verince, kul buna layık olmadığını düşünüp utanması da şükür olur. Şükürdeki kusurunu bilmesi de şükür olur. Şükredemiyoruz diye özür beyan etmesi de şükürdür. (Allahü teâlâ, kusurlarımı örtüyor) demesi de şükürdür. Şükür vazifesini yerine getirmenin Allahü teâlânın bir lütfu olduğunu düşünmek de şükürdür. Şükür, kendini o nimete layık görmemektir. Şükür, İslamiyet’e uymak demektir. Şükür, yapılan iyiliği anarak ihsan edeni övmektir. Yani dil ile teşekkür de şükürdür.”
http://www.dinimizislam.com/detay.asp?Aid=1295
KEBİKEC
Bence güzel ama o kadar güzel değil…
S. BERFUN DÜVENCİOĞLU
Ben de bunu Osman hocadan dinlemiştim: Tam hatırlamıyorum hatırlayan varsa anlatsın. Musa aleyhisselam; ya Rabbi sana nasıl şükredeyim? […devamını kaldırdım çünkü biraz karışık olmuş, anlaşılmıyor veya yanlış anlaşılıyor, tam olarak bilen varsa yazabilir. M.E.]
NURCİHAN
Üniversite yıllarımda kişiliği ile de çok takdir ettiğim bir hocam vardı. Bir gün bir dersinin sonunda kendi hayatından bahsetmişti. Eşi de kendisi gibi doktor olan bu hocamız ailesi ile beraber İngiltere ya da Amerika’ya master için gidiyor. O tarihlerde iki üç yaşında bir kızları bir de yeni doğmuş oğulları var. Nasıl oluyorsa oğlunda bir gün havale geçirtecek kadar yüksek ateş oluyor. Karı koca doktorlar ama yurt dışında kendi kendine ilaç almak hele antibiyotiğe başlamak Türkiye’deki kadar kolay değil. Çocukta menenjitten şüpheleniyorlar, doktora götürüyorlar ilaca başlayabilmek için, doktor olanlar bilirler menenjitin en kolay tanısı belden küçük bir iğne ile girip alınan beyin omurilik sıvısına bakmaktır. Laboratuvar tahlilleri geç çıkar ama berrak görünmesi gereken bu sıvı bulanık görünüyorsa menenjit tanısı yüzde doksan konmuş olur, tahlil sonuçları çıkana kadar antibiyotik tedavisine başlanır, tahlil sonucunda tanı menenjit gelmese bile arada başlanan antibiyotik tedavisi; sonucun menenjit gelip te meydana getirebieceği zararlardan çok daha az sorun oluşturabilir ancak. Bugün çok yaygın olmasa da menenjit her türlü organda kalıcı hasara yol açabilecek kadar tehlikeli bir durumdur. Velhasıl bizim hoca çocuğunu doktora götürüyor ama tahliller sonuçlanmadan ilaca başlatmıyor sorumlu hekimler. Hoca onların temel aldığı tıp kitaplarını gösteriyor, kendisi de doktor olduğu için ikna etmeye çalışıyor ama mümkün değil. Çocuğumu verin Türkiye’ye gitmek istiyorum diyor, bu haldeki bir çocuğu üstelik bize getirip sorumluluğunu da üstlemişken geri veremeyiz diyorlar. Hoca sürekli Türkiye’deki hocalarını arayıp akıl danışıyor nasıl çocuğumu tedavi ederim ya da yurda geri getirebilirim diye. O zamanın parası ile telefon faturalarını ödeyebilmek için arabamı satmıştım diyor hocamız. Tahliller geç te olsa sonuçlanıyor ve korkulduğu gibi menenjit çıkıyor. Ama iş işten geçmiş oluyor. Çocuğun görme kaybı, bir kulakta tamamen diğerinde yüzde doksan işitme kaybı ortaya çıkıyor. Çocukları konuşmada yürümede gecikiyor hali ile. Hocamız eşine diyor ki; “Hanım, biz kızımızda ne büyük nimete sahipmişiz de haberimiz yokmuş, şimdi oğlumuz ağzını açıp bir kelime söyleyince ne büyük şükürler ediyoruz.” Ve hocamız demişti ki; o zamanlar çocuğun durumu ve kendi perişanlığımdan dolayı sürekli arkadaşlarla görüşüyorduk, bir gün bir dostum dedi ki:
“Bir Allah dostu buyurmuş ki; kul başına gelen felaket ile sahip olduğu nimetleri karşılaştırdığı zaman musibetin derecesi hafifler.”
Hocamız bu sözden sonra; sadece dua ve tevekkül etmem gerektiğini anladım, demişti.
Ben üniversite biteli iki yıl olmasına rağmen hala her karşılaştığım zorlukta bu hocamızı yadederim.
HURİ