Kuyruğu kontrolsüz akrebe döndük!..
Tepemizdeki iğne atılıyor ensemize doğru, son anda kurtuluyoruz… Zamanını bekliyor sabırla. Punduna getirip yine saldırıyor şah damarımıza, gene kurtuluyoruz!..
Bu zehirli iğneden her “gene” kurtuluş, biraz daha sona yaklaştırıyor kuyruğun sahibini;
Çünkü her yanına, çepeçevre ateş yakılmış!..
…..
Dönüyoruz kendi etrafımızda; nerede çıkış?..
Her an hücumda hançer… Biz, “son anda”larla hayattayız!
Edebiyat sayfasında edebiyat yapmak isterdim; de, kim gibi?..
Hakikaten, kim gibi?..
Şu an (ben dahil) beş kişi, bir solukta beş kalem erbabı sayamaz; Türkçe’yi hakkıyla kullanan!..
Ahmet Hamdi Tanpınar’ı hiç hatırlamamışsa nice televizyonlar televizyon olalı beri; izleyici çayına “şugar gacı”ların dilini katacak elbet!.. Neden bunca insan “şopar alfabesiyle” anlatmaya çalışsın ki derdini?..
Sokakta, yürüyebilecekleri yaşı henüz aşmamış yüz insandan doksan beşi Türkçe üstadı Çağlayangil’in isminden/Türkçe’sinden neden bîhaber?..
Diğer boyut: Zeki Müren’i, düşünün şimdi; acaba Türkçe’mizi ne kadar doğru/dikkatli kullandığı için mi hâlâ hatırlıyor onu insanlar, sesinin özel tonu/gücü için mi… Yoksa çarpık “yaşam”ı için mi?..
Türkçe, “hayat”tayken güzeldi!
Eciş bücüşler üşüştü bir gün dünyamıza. Çocuktuk… Kolumuz çelimsiz, kanadımız zayıftı…
“-Yadsıyorsunuz. Sorun etmeyin. Tüm olanaklarla dil sorununuzu çözümleyeceğiz, dedi. İvedilikle…”
Seneler seksene doğru dümen çeviriyorken, şöyle dedik: “Başbakanımız konuşuyor biz anlamıyoruz. Etmeyin, ve dil haricindeki hiçbir kelimeyi daha önce hiç duymamışız. Ne kadar aptal çocuklarız biz. Dil, ve etmeyin!.. Dile etmeyin!.. Ne demek bu?..”
Merak edecek fazla vakit olmadı. Öcü masalları gibi okul kitapları konuverdi önümüze; “olasılık problemleri”yle birlikte. Bunu da herkes ilk defa duyduğunu söylüyordu, öğretmenlerimiz dahil… Ve böylece, önceki seneye kadar herkesin bilip kullandığı “ihtimal hesapları” tarihe karıştı, “Bir ihtimal daha var” şarkısıyla birlikte… Ve, o güne kadar yazılmış şiirlerle birlikte!..
Şimdi biz, edebiyat yapamıyoruz. Çünkü edebiyatın yapılabileceği kelimeler vardır, yapılamayacağı kelimeler vardır. Sen, Çinlilerin kullandığı ince çubuklarla, ancak lapa pişmiş pirinç tanelerini taşıyabilirsin ağzına; kan ter içinde!.. Şimdi biz edebiyat yapamıyoruz. Çünkü zihninde beliren manaları, aktarman gerekiyor karşındaki insanların zihnine. Peki ama nasıl, ve neyle?..
Edebiyat, kelimeler ile var. Şişe mantarı tıkılı kafataslarında ya bazı manaların hiç karşılığı yok, veya aynı anlama gelen kırk kelime birden dökülmüş önümüze!..
Edebiyat yapmak bunun için zor… İnsanlar işte bunun için “şopar lisanı”yla anlaşmaya çalışıyorlar, çaresizlikten…
Ve bir daha saldırıyor, zehirli iğneyi taşıyan kuyruk. Ve bir daha kurtarıyoruz ensemizi, hançerlenmekten!
…..
Çare mi?..
Ateş çemberinde geçitler açmak… Türkçe eserleri uyduruk Türkçe’ye tercüme etmekten kurtarmak!.. Edebiyatı edebiyat gibi yapabilmiş yazarların eserlerini okumak-okutmak. Hem de (yine) üst makamların desteğiyle…
Stop
Muammer Erkul
05 Eylül 2004 Pazar