(Dünden devam)
Temmuz cazgırlarını koy bakalım bir kenara şimdi…
Ağustos girdi ya; böyle “cırcırları” sık duyarsınız artık bu köşede!..
Farkında mısınız; yazının tam da burası bir yol ayrımı var gene;
Bir gazete köşesinin ve köşe yazarının, kendini böyle anlatıp, komik durumlarda göstermesinin mantığı çok tartışılabilirdi herhalde, “eski” zamanlarda, diye başlayıp götürebilirim yazıyı…
Veya şöyle de devam edebilirim:
Dikkat ettiniz mi siz de, bilmiyorum. Ama ben yedi sekiz senedir dinlerim; her sene Ağustos ayının ilk gecesi… Yani Temmuz’un son gününü yarına bağlayacak olan akşamın geç saatlerinde ortalık birdenbire çınlamaya başlar; “currrrrrrnn… currrrrrrrn!..”
Nasıl becerirler bunu, da sanki takvimleri ve saatleri varmış gibi her sene aynı gece hep bir ağızdan başlarlar ötüşmeye hayret ederim…
Geçen gecenin geç bir saatinde eve geliyorum… Kapıyı açtım ki (oldukça büyük) apartmanımızın içi çınlıyor; kazan dairesine bir Ağustos böceği girmiş, belli!..
Bir gece sonra büyük ablam çook uzaklardan telefonla aradı gecenin yarısında.
-Bak, dedi… Balkonda bir misafirimiz var, sesini sana da dinletelim, dayısı!..
“Currrrrn… currrrrrnn!..”
…..
Haydaa!.. Hani yani çok işitmiştim; “köprüden geçinceye kadar…” muhabbetlerini filan, pek çok dayı gibi… Ammavelâkin, günün birinde bir “cırcırböceğinin dayısı” ilan edileceğim hiç aklıma gelmemişti!..
Günün birinde dedik ya…
Günün birini barındıran işte o hafta yeni başlamıştı Stop köşesi…
Ben, kaşlarım çatık, derin derin insanlara bakıyor ama kendi hayatımı (en azından düşüncede) yeni durumuma endekslemeye çalışıyorum, uzaklarda gezinen aklımla…
Aklım uzaklarda lâkin bedenlerimiz, Evliya Çelebi’nin Seyahatname’sinde bahsettiği (ben görmedim de öyle diyorlar) Kozyatağı’ndaki büyük çınarlarının altındaki bahçede…
Yeni tanıştığımız bir aile ile aynı masada oturuyoruz…
Emine hanım (Serhat’a) hamile, kocası Metin ise laf açmaya çalışıyor… Benim o gece bütün “cinsliğim” burnumun ucunda, ya da ortama konsantre olamıyorum.
Ne iş yaptığımı soruyor adamcağız. Ama zannediyorum ki en son beklediği cevabı duyuyor, karşısındaki “tip”ten:
-Mizah yazarıyım!..
Konu gene tıkanıyor uzun süre.
(Ben ancak birkaç gün sonra o “kasvet”i atabiliyorum üzerimden ve “Mmmr Klasiklerini” (öhhüm) döktürmeye başlıyorum!..
…..
Metin mi?.. Gerçekten dünya iyisi o adam, piyasanın çarkına bir türlü dişlerini geçiremediğinden, sonunda çoluğuyla çocuğuyla birlikte Rize’ye göçüyor…
O şehirde Metin Arı isminde ince uzun bir adama rastlarsanız… O adam, Serhat isminde, bu sene okula başlamış bir oğulcuğun da babasıysa, ona sıkıca sarılın benim için…
Bir de çay ısmarlayın…
Çünkü, bilin ki; o benim dostumdur, ve onun kalbinde insanlara karşı hiçbir kötülük yoktur…
…..
İşte o gece olmasa bile o hafta içinde, Çınaraltı çay bahçesinden dönerken farketmiştim ilk kez cırcırböceklerinin tam da Ağustos başında ötmeye başladıklarını, neredeyse takvim okumayı bilircesine!..
“Bu da komik mi” diyenlere gerçekten komik bir hikayem var ki evlerden (evinizden) uzak…
Dinleyin de bakın görün;
Yuvaların dağılmasına… Ocakların sönmesine, “nelerin bile” sebep olabileceğini!..
(Hadii!.. Şimdi gene merak sardı birilerini…
Gel de devamını getirme şimdi bu yazının!..)
O zamanlar Kozyatağı’nı solumaktayım akşamları, ve bunu da yazdıklarımdan anlayabiliyor insanlar.
Bir ihtimal, diyerek Bilinmeyen Numaralar’a ismimi söylüyorlar. Servis de veriyor (üstelik İstanbul Anadolu yakasındaki) Muammer Erkul’a kayıtlı telefon numarasını…
Ee, sonra?..
Sonrası ne olacak, (her biri demeyeyim ama, o zamanlar çoğu öyleydi) genellikle problemli insanlar, ve de üstelik en “problemli” saatlerde çeviriyorlar telefonu…
(7 sene evvel telefonlar “çevriliyormuş” demek ki!..
Ve “çevirilen” telefonlar ancak aradan yedi sene geçtikten sonra yazılabiliyormuş!..) Devamı mı?.. Devamı var haliyle…
Stop
Muammer Erkul
10 Ağustos 2001 Cuma