“Zahmet buyurdunuz ya Resulallah!..” [29 Kasım 2007 Perşembe]

Gelibolu kara savaşlarının başladığı ilk günlerde yarımadanın güneyinde ileri hatlarda bulunan 26. Alayın taburları, kendilerinden dokuz misli kalabalık düşman askerine karşı kahramanca mücadele ediyorlardı.
27 Nisan’da Morto Koyu civarından Fransız birlikleri Kerevizdere’ye doğru taarruza geçmişlerdi. Buradaki birliklerimize acil takviye gerekiyordu. Takviye birliklerden 5. Tümene bağlı 17. Piyade Alayı, deniz yoluyla Kilya’ya gelmişti. Yarbay Hasan Bey de birliklerinin önünde atıyla ilerlemekteydi. Hasan Bey, Kerevizdere’de Fransızlarla hemen her gün kanlı çatışmalara soyunacaktı…

11 Temmuz günü de şiddetli siper çatışmaları yaşanmıştı. Mehmetçik, Fransızların taarruzunu püskürtmeyi başarmış, üstelik karşı taarruza geçerek düşman birliklerini siperlerinden söküp atmaya muvaffak olmuştu. Hasan Bey mıntıkada dolaşırken bir Fransız askeri dikkatini çekmiş ve kıpırdanmasından yaralı olduğunu düşünmüştü. Yarbay Hasan, dininin verdiği yüce ahlak ve şefkat hissiyle, düşmanı bile olsa yerde yatan askere yardım etmek için yaklaştı. Tam yarası olup olmadığını araştırmak için eğilmişken, ölü numarası yapan düşman askeri elindeki kasaturayı aniden Yarbay Hasan Bey’in göğsüne saplayıverdi. Hasan Bey, göğsünden oluk oluk kan aktığı halde yere yığıldı… Askerler müdahale etmiş, ancak geç kalmışlardı. Hasan Bey’in gözleri buğulanmaya, güzel çehresi solmaya başlamıştı.
O an birden silkindi ve gözleriyle ufku takip etmeye koyuldu. Gözleri ötelerde seyran eder vaziyette iken, askerlere fısıltıyla;
-Beni ayağa kaldırınız! Dedi… Bu son emre uydular ve koltuklarına girerek komutanlarını kaldırdılar. Üstü başı kan içinde, son demlerini yaşamakta olan Yarbay Hasan Bey; “Lailahe illallah Muhammedün Resulullah” dedi ve yüzünde derin bir tatlı tebessüm belirdi. Dudaklarından son olarak şu sözler döküldü:
-Niçin zahmet buyurdunuz ya Resulallah!..
Ruhunu teslim ettiğinde, nur yüzünde ince bir huzur çiçeklendi. Gözlerini mavi göğün sonsuzluklarına daldırmış, sükûn içinde bulunuyordu…

Şahane bir kitap daha: Osmanlı’nın Gizli Tarihi… Büyük boy 334 sayfa… Yalan söyleyen tarihçilerin pis kokulu kara örtüsü, sıyrılmakta artık bu milletin üstünden!.. Şaşkınlık içinde, gurur içinde, bir derin soluk alarak kayboldum bu kitabın içinde! Yukarıdaki gerçek hikâye de oradan… Tebrikler İsmail Çolak, teşekkürler Nesil Yayınevi…
Hammer’den Öztuna’ya kadar tam 15 ayrı kaynak gösterilerek yine aynı kitaba konmuş bir bölüm ile bitirelim yazıyı:
Osmanlı’nın en talihsiz padişahlarından olan Sultan Vahdettin, büyük sıkıntı ve zorluklar içerisinde geçen acı kader çizgisinin âdeta finalini yaparak ömrünü tamamladığı İtalya’nın San Remo şehrinde, özellikle de tarihçilere hitap eden şu hazin vasiyette bulunmuştur:
-Ben, hanedan-ı Âli Osman’ı ve kendimi tarihe terk eyledim! Elbette namuslu tarihşinaslar (tarih sevenler) çıkacak ve kendilerini hiçbir vesaikten (belgeden) mahrum etmediğimi görerek hakkımda hükme varacaklardır…
 

Stop
Muammer Erkul
29 Kasım 2007 Perşembe

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir