Sarayda yaşamış son şehzadeler [08 Ekim 2009 Perşembe]

Tarihçiler doğru söylemiyor!
Saray görmüş son şehzade Ertuğrul Osman değildi…
Zaten şehzadeler sarayda yaşamazdı.
Dolmabahçe Sarayı da hanedan mensupları için kullanılmazdı.
O muhteşem saray; devletin ihtişamını ispat edecek önemli gün ve toplantılar içindi.
Padişah ve ailesi (bugün her iş adamının alabileceği ölçüde) Yıldız Köşkü’nde otururdu.
1912’de Nişantaşı’ndaki baba konağında doğan Ertuğrul Osman Efendi, dört-beş yaşlarında bir-iki defa dedesini görmüştü; ama hapis tutulduğu Beylerbeyi Sarayı’nda!
Sonra dedesi vefat etti ve 12 yaşında (Mart 1924) sürgün hayatı başladı.

Öyleyse kim yaşadı bu koskoca sarayda?
Sarayda yaşamış son “şehzadeler” kimlerdi?

Elbette İsmet İnönü’nün çocukları Ömer (1924’lü), Erdal (1926’lı) ve bir de Özden!..
Bugün şaşıranlar, inanmayanlar oluyor.
İkinci bir partisi bile olmayan dikta yönetimlerinde her şey gibi elbette saraylar da diktatöründü! Tek adam olarak 12 yıl süren bu saltanatı 1950 seçimlerini kazanan Menderes bitirdi.
Onun asılması için başka sebep arayanlara şaşılır ki Atatürk’ün ölümünden sonra kâğıt paraların üzerinde bile İnönü vardı.



Memleketin yeni “hükümdar ailesi” yazları İstanbul’a gelir, bazen adada bazen de Dolmabahçe’de kalırlardı. Yıldız ve diğer köşklerin eşyaları Ankara veya sağa sola dağıtıldığı, Topkapı Sarayı kullanıma uygun bulunmadığı için… Bir nevi çaresizlikten buraya sığınmıştı İnönü ailesi!
Dolmabahçe Sarayı ki ancak 13 yılda (1856) bitirilmiş, 110.000 m2 üzerine üç kattı.
4500’ü halı 45.000 m2 zemini döşeliydi.
285 oda, 46 salon, 6 hamam, 68 tuvaleti ve elektrik, kalorifer sistemi vardı.
İşte bu saray, özellikle Ömer İnönü için okul yılları boyunca açık tutulmuştu.

İşte saray gören son şehzadeler!
Benden bu kadar: Gerisi tarihçilere ve artık kendi tarihini merak etmesi gereken Türk evlatlarına kalmış…

Stop
Muammer Erkul
08 Ekim 2009 Perşembe

DİKKAT: Bu yazı ve aynı konuyla ilgili diğer yazılar ve bunların açılımları ve yorumlarını aşağıdaki adrese topladık. Tıklayıp geçebilirsiniz:
http://www.muammererkul.com/index.php?option=com_content&task=view&id=2174


——————————————————————–


İLAVE:

İTİRAZLARA CEVAPLAR BİZDEN DEĞİL…

Şehzadelerin esasında Dolmabahçe Sarayı’nda yaşamadıklarını…
Bilinenin aksine, saraylarda şehzade gibi yaşayanların "başkaları" olduğunu yazmamız, biraz can sıkmış!
Halbuki herkes bilir bunu, ama bilmezden gelir…
E bilmeyenlere de birinin söylemesi gerekmez mi?

İkinci olarak bu yazımız ve aşağıya ekleyeceklerim; kendisine tarihçi denilen birine de cevaptır.
Şöyle ki; o kişi, kim bilir hangi sebeple, Erdal tek çocukmuş gibi, özellikle:
"Erdal İnönü’nün sayısız okul/yurtta kalma hatıraları var, Dolmabahçe’de yaşamamıştır, hatta Ankara’da bir askeri kursta/kampta iken; at binmiş ve oradan geçmekte olan İsmet paşa ve hamfendi onu görürler ve babası (Hiç oğlunla ilgilenme, bizim için bütün çocuklar Erdal) demiştir de, işte böyle mütevazı yaşayan böyle bir aile hiç sarayı çocukları için açtırtır mı" filan diye yazıp yayınlar!..

E iyi, öyleyse biz sözü başkalarına bırakalım…
İsmet paşa ve çocuklarının sarayda yaşayıp yaşamadığını ünlü gazeteci ve televizyonculardan Can Dündar ve Güneri Cıvaoğlu anlatsın:

Güneri Cıvaoğlu’nun 15 Şubat Pazar 2009 günü yayınlanan

"Metin’le bir peri masalı yaşadım" yazısının ilk bölümü…

ÖZDEN (İnönü) Toker, henüz öğrenci… İstanbul’da o da öğrenci olan Metin Toker’le tanışıyor.
Toker; “Özden’in örülmüş gür ve siyah saçları, iri gözleri beni çekti” diye anlatır.
Birbirlerinden telefon numaralarını alırlar.
Metin Toker muhabir olarak çalıştığı Cumhuriyet Gazetesi’nin numarasını verir,
Özden İnönü ise Dolmabahçe Sarayı’nın…
Genç ve varlıklı olmayan gazeteci ile Cumhurbaşkanı-Milli Şef-İkinci adam İsmet Paşa’nın kızı arasındaki peri masalı diye anılan aşk böyle başlar.
Düşünün İstanbul’da bir genç, hoşuna giden kızın telefon numarasını istese sözgelişi, Kadıköy’den, Etiler’den, Bebek’ten, Bayrampaşa’dan, Gültepe’den, Fatih’ten, Ataköy’den bir semt numarası verir.
Ama… Metin Toker’e verilen numara, Dolmabahçe Sarayı’dır.
Peri masalı İstanbul’da, Ankara’da, sonra da Metin Toker’in muhabirlik yaptığı ve siyasal bilgiler okuduğu Paris’te, Özden İnönü’nün okuduğu Londra’da devam eder.
Ve Paris’te bir yılbaşı…
Arkadaşlar arasında yeni yıl kutlama partisi…
Metin Toker, dans ederken Özden Toker’in kulağına “benimle evlenir misin?” diye fısıldıyor.
Özden İnönü, hiç tereddüt geçirmeden “evet” cevabını veriyor.
………
..yazı böyle devam ediyor, bizi ilgilendiren kısmı buraya kadar…

* * * * * * * * * * *

Can Dündar ise 06.03.2004 tarihinde yayınlanan


"Ömer İnönü ve bir cinayet hikâyesi"

yazısında şunları anlatıyor, "geçen gün kaybettiğimiz Ömer İnönü" girişiyle. Buyrun:

Yaşı yetenler hatırlar:
DP’yi iktidara getiren seçim 14 Mayıs 1950’de yapıldı.
Seçime 10 gün kala DP’yi destekleyen Zafer gazetesinin 1. sayfasında bir kaza haberi yayımlandı.
Haberin başlığı, "Kayalıbay’ın ölümündeki esrar"dı.
Haber, Muzaffer Kayalıbay adlı vatandaşın 1945 yılında, Taksim’deki bir kavgada yaralandığını ve sonra da arabayla ezilerek öldüğünü duyuruyordu.
Seçime 10 gün kala, 5 yıllık bir ölüm haberinin neden manşete yerleştiği seçimden 40 gün sonra anlaşıldı.
DP milletvekili Ahmet Gürkan Meclis’te "Bu olay bir kaza değildir. Şef sisteminin bu memlekette karanlıklar içinde bıraktığı bir faciadır" dedi.
Gürkan’a göre "Kayalıbay’ı o gece tekmeleyerek yere düşüren ve üzerinden otomobille geçerek öldüren kişi, Ömer İnönü’ydü".

DP milletvekiline göre olay şöyle yaşanmıştı:
Kayalıbay, Olga adlı bir Rus kızıyla evliydi. Olay günü, Olga’nın Rus kız arkadaşı ve dönemin Ankara Valisi Nevzat Tandoğan’ın oğlu, bir otelde içip sarhoş olmuşlar, sonra da Dolmabahçe Sarayı’nı aramışlardı.
Sözde Tandoğan, telefonda "Şehzade"ye, "İstediğiniz kadınlar burada, yola çıkıyoruz, bizi karşılayın" demişti.
O karşılama sırasında çıkan tartışmada Kayalıbay, Ömer İnönü’nün yüzüne yumruk atmış, Ömer de Muzaffer’in kasığını tekmelemiş ve mesanesi patlayarak yere yığılan adamı arabasıyla ezerek öldürmüştü.
Milletvekiline göre olayın tanıkları ve kanıtları vardı. "Hükümet, bu cinayeti aydınlatmalı"ydı. (Metin Toker, "DP’nin Altın Yılları", Bilgi, s. 60)

O günden sonra Türkiye, bir yıl, bunu konuştu.
DP’lilere göre olay, Şef’in hasıraltı ettiği bir skandaldı. CHP’lilere göre ise, Celal Bayar, yıllar önce Başbakanlıktan ayrıldıktan sonra yolsuzlukla suçlanıp beraat eden oğlunun intikamını alıyordu.
İsmet İnönü, "Ailemiz muazzam bir iftira karşısındadır" açıklamasını yaptı. Ömer İnönü, "Ben böyle bir hadise sırasında orada değildim" dedi.
Baba oğul, daha önce bu konuyu konuşmuşlardı. İsmet Paşa bir ihbar üzerine oğlunu çağırmış, "Bana doğruyu söyle. Böyle bir olay var mı" demişti.
Ömer, "Hiç haberim yok" deyince Paşa bunun bir komplo olduğuna inanmıştı.
Ancak Ömer hala endişeliydi.
Bir gece annesine "İki yalancı şahitle beni mahkum edecekler" demişti. (Gülsün Bilgehan, "Mevhibe", Bilgi, s. 172)

* * * * * * * * * * *

Sonra neler mi oluyor?
Belki okuyanlar arasında o günleri hatırlayan bir iki kişi çıkar…
Konu Meclis’e yansıyınca iş büyüyor. Kayalıbay ailesi Ömer İnönü’nün tutuklanmasını istiyor. Savcılıktan Pembe Köşk’e gelen bir davetle Ömer "katil suçundan sanık" olarak ifade vermeye çağrılıyor. Basının büyük ilgiyle izlediği, 80 tanıklı davadaki suçlamaların dayanaksız olduğu anlaşılıyor ve Ömer İnönü beraat ediyor… Öldüğü güne kadar politikaya hiç yaklaşmıyor, uzun yıllarını yurt dışında geçiriyor, falan…

Zaten anlaşılmıştır, belli ki buradaki satırlarımızın ve yaptığımız alıntının gayesi cinayet ve siyaset değil…
Can Dündar’ın yazısının içinde Dolmabahçe’den çağırılan "şahzade" ifadeleri geçtiği içindir.
Can Dündar’ın yazısı içinde geçen olaydaki itirazlar da zaten İnönü soyadı taşıyan genç insanların Saray’da yaşamasına değil, katil olup olmamasınadır…
Bizim konumuz, işin "Saray" kısmıdır, Tandoğan’lı veya Taksim’li kısmı bizim konumuzun dışındadır…

* * * * * * * * * * *

Ömer İnönü hakkında özet bilgi şu şekildedir:

Ömer İnönü (doğum. 1924 – ö. 2 Mart 2004), Türk işadamı ve ikinci Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün büyük oğlu. Ankara Gazi Lisesi’ni bitirdikten sonra Orta Doğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) Makina Yüksek Mühendisliği’nden mezun oldu. 1952 yılında Engin İnönü ile evlendi. İnönü çiftinin Hayri ve Eren isminde iki çocukları oldu.
Ömer İnönü, 3 Mart 1972’de Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının serbest bırakılması için gerçekleştirilen Türkiye’nin ilk uçak kaçırma eyleminde yolculardan biriydi. Ayrıca; Türkiye Toprak, Seramik, Çimento ve Cam Sanayii İşverenleri Sendikası’nın da kurucularındandı. Eşi Engin İnönü’nün ölümünden yaklaşık olarak iki ay sonra 2 Mart 2004’te Maçka’daki evinde öldü.
İki ilginç not da şunlardır:
Ömer İnönü Ankara Gazi Lisesi’ni bitirdikten sonra Makina Yüksek Mühendisliği okumak isteyince babası ona ODTÜ kurdu diyen de var, Ömer Ankara’ya böyle bir okul kazandırdı, diyen de var…
Bir ilginç not ise şu:
Ömer İnönü’nün doğduğu zaman, Osmanlı şehzadelerinin (hanedanın) sürgüne gönderildiği zamandır!..

* * * * * * * * * * *

Bu arada, hazır konu açılmışken Dolmabahçe Sarayı hakkında da biraz bilgi vermek lazım:

Beşiktaş Sahil Sarayı, Sultan Abdülmecid tarafından ahşap ve kullanışsız olduğu gerekçesiyle 1843 yılından başlayarak yıktırılmış ve aynı yere günümüzdeki Dolmabahçe Sarayı’nın temelleri atılmıştır. Yapımı, çevre duvarlarıyla birlikte 1856 yılında bitirilen Dolmabahçe Sarayı 110.000 metrekareyi aşan bir alana kurulmuş ve ana yapısı dışında 16 ayrı bölümden oluşmuştur. Bunlar saray ahırlarından değirmenlere, eczanelerden mutfaklara, kuşluklara, camhane, dökümhane, tatlıhane gibi çeşitli amaçlar için yapılmış yapılardır. Bu yapılara Sultan II. Abdülhamit döneminde (1876-1909) Saat Kulesi ve Hareket Köşkleri eklenmiştir.

Osmanlı mimarları Karabet ve Nikogos Balyan tarafından yapılan sarayın ana yapısı; Mabeyn-i Hümayun (Selamlık), Muayede Salonu (Tören Salonu) ve Harem-i Hümayun adlarını taşıyan üç bölümden oluşur. Mabeyn-i Hümayun; devletin yönetim işleri, Harem-i Hümayun; padişah ve ailesinin özel yaşamı, bu iki bölümün arasında yer alan Muayede Salonu ise padişahın önemli devlet törenleri için ayrılmıştır.

Dolmabahçe Sarayı, bodrumla birlikte üç katlıdır. Biçimde, ayrıntılarda ve süslemelerde gözlenen belirgin batı etkileri taşıyan saray, bu etkilerin Osmanlı ustalarca yorumlanmış bir uygulamasıdır. Yapının beden duvarları taştan, iç duvarları tuğladan, döşemeleri ahşaptan yapılmıştır. Saraya, 1912 yılında elektrik ve kalorifer tesisatı eklenmiştir.

Sarayda 45.000 metrekare döşeme alanı, 285 oda, 46 salon, 6 hamam ve 68 tuvalet vardır. Döşemelerin ince işçilikli parkelerinin üstünde Hereke’de dokunmuş 4454 metrekare halı serilidir.

*

3 yorum

  1. Anlayamadığım bir durum var.
    İnsan köşe yazarıysa, kendine ait bir sitesinde yazdığı eserler yayınlanıyorsa ve üstelik tarihi bir konu seçtiyse yazarken çok dikkatli olmaz mı?
    Sizin yazarken ne kadar hassas davrandığınızı senelerdir sizi takip edenler çok iyi biliyor. Diğer gazeteci-yazarlardan alıntılarınız çok bilgilendirici oldu, kabul.
    Ancak sizin yazdıklarınız bizim için kâfîdir. Burada size bir serzenişim yok üstâdım.
    Benim anlamadığım Muammer Erkul yazınca kabul etmeyenler Can Dündar ve ya Güneri Civaoğlu’ndan okuyunca huzur içinde kabulleniyor mu tarihi gerçekleri?
    (Yani diyorum ki; onların da benzer yazıları olmasaydı, sizin bu yazdığınız konu birileri tarafından kabul görmeyecek miydi!..)

    Ş. ATEŞ

  2. Bu “tarihçi” ve daha bilmem hangi sıfatlar verilmiş, ama bu sıfatların mânâsından yoksun zâtlar, ne yapmaya çalışıyorlar sahi???

    NEYİ “gömmeye” çalışıyorlar? Toprak TEPİYOR, TEPİYOR! Tepti, gömdüler; tepti, gömdüler… Toprak kalmadı üstüne atacak, aha böööle yükseldi, gerçekler yine açığa çıktı!
    Ne sanmışlardı, herşey kıyamete değin keyiflerince mi devam edecekti? Keyiflerine limon mu sıkıldı “bay” (“bey” değil)ların, bayanların?

    Cenabı Hak razı olsun Muammer Erkul’dan ve -bin türlü dolabın döndüğünü zaten bildiğimiz- tarihin karanlıkta bırakılmış noktalarına ışık tutan bütün kalem ve kelam ehillerinden… Gerçek tarihçi onlar. Ve tarih de, insanlık da minnettar kalacak onlara.

    Gerçekleri gömmeye çalışan böylelerini de lânetle anacak, tarih de, insanlık da!

    KARANFİL

  3. İşte zihniyet. Nasıl oluyor da bunları yazmıyorlar, dizi film haline getirmiyorlar? Kötülenen tarihimize sahip çıkıyorsunuz, canı gönülden tebrik ederim.

    ASLIHAN

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir