Sen yazma… [05 Ağustos 2004 Perşembe]

İşte, yeni Türkiye!..
İşte; belediyesinin borcu, insanlarının işsizi olmayan Kayseri…
Ve Guinness rekorlar kitabına girmesi teklif edilen (aynı anda 139 fabrika temelinin daha atıldığı) bir sanayi bölgesi…
Bu işler devletten iş ve aş beklemekle, ter dökmeden düş görmekle olmuyor!..
Bu işler dövüşmekle, sövüşmekle olmuyor!..
İşin siyasi ve ekonomik boyutu beni aşar. Fakat benim şimdi aktaracaklarım; bu işlerin bütün meyvelerini ve dallarını veren ağacın çekirdeğini/tohumunu oluşturuyor…
Basında okumadım. Ama Kayseri Büyükşehir Belediye Başkanı Mehmet Özhaseki törenlerdeki konuşmasında öyle güzel iki hadise anlattı ki; bunların, devlet büyüklerinin ve yardımsever zenginlerin haberlerinin gölgesinde kalmasına gönlüm razı olmadı…
(Bir kere duyduğum için; eksiğim, fazlam, yanlışım varsa mazur görün…)

Melik Mehmet Gazi;
"Şehre bir cami yapın, ama sakın ola kimseden yardım almayın" diye emir veriyor. Böylece (Kayseri Ulucami) inşaat başlıyor. Günün birinde bakıyorlar ki bir kadıncağız;
"Cami yapıyormuşsunuz, diyor. Yedi adet tuğlam var. Yardım olarak ben de bunları getirdim, alın."
"Olmaz, diyorlar. Emir kesin. Alamayız!.."
O gece Melik Gazi’yi uyutmuyorlar!.. Diyorlar ki: "Cami inşaatına bir kadın geldi. Bütün varlığı yedi adet tuğla idi. Yardım olarak bunları getirmişti. Vermek istedi, ama senin emrin olduğu için adamların bunları almadı. İşte bu yüzden yaptığın hayrın makbul değildir artık" diyorlar…
Gazi sabahı zor ediyor. Derhal o kadını buldurup gönlünü alıyor ve yedi tuğlasını da cami duvarının görünen bir yerine işletiyor…

Ben, İmam Hatip okulundan mezunum, diye sözlerine devam etti Başkan Özhaseki. Okulun yanında bir pansiyon vardı. Büyükler anlatırdı: Orası yapılırken bir kadın geliyor. Koynundan bir bez çıkarıyor. Açtığında bakıyorlar ki; büyük bir altın…
"Duydum ki; buraya bir bina yapacakmışsınız. Okuyan yavrular burada ücretsiz yatıp kalkacak, yiyip içeceklermiş. Öyle mi?.."
"Öyledir", diyorlar.
"İyi… Bu altını bana, vefatından evvel kocam vermişti. Ben ölürsem, bir süre daha bununla idare edersin, demişti. Yıllardır saklıyorum. Ama şimdi, yaptığınız hayrı duydum, ve yeri burasıdır, diyerek size getirdim" diyor…

Çok seviniyor, duygulanıyor herkes. Alıyor, kabul ediyorlar altını. Teşekkür ediyorlar. Ve bu yardımının karşılığında, kendisine bir makbuz kesebilmek için adını sorduklarında…
Şaşırıyor nine…
Elinde kalemle bekleyenlere anlamsız gözlerle bakıyor, ve oradaki herkesin duyup anlayabileceği şekilde, tane tane diyor ki:
"Allah yazar oğluum, Allah yazar!.."

(O anki sükut olmak isterdim ben, ve o sessizliği delen ilk hıçkırık…)
…..
"Elbette. Kimsenin şüphesi yok bundan, diyorlar. Ama kuraldır bunu yazmamız, kanundur. Eğer sana bu kağıdı vermezsek sonra bizi hesaba çekerler."
Sonunda söylüyor ismini o güzel ninecik, ve mühür niyetine de kınalı elini basıp, gidiyor…

İşte böyle isimsiz kahramanlar, ve onların nesillerden nesillere uzanan ibretlik hikayeleri; çölleri gül bahçelerine, bozkırları mamur şehirlere döndürebilirler…
Bir Kayseri, bir Türkiye büyüyorsa; toprağın içinden büyümüyor… Böyle güzel insanların gönlünden büyüyor aslında…
Örnek almaya çalışmamız lazım bunları…
Ve bizim de birilerine örnek olmaya çalışmamız lazım!..

Stop
Muammer Erkul
05 Ağustos 2004 Perşembe

 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir