Zurnacı Bulut’u hatırlarsınız, daha önce bahsetmiştim…
Bu adamı özetlemek için "Bulut, onun adı değil de lakabı" dersem, sanırım başka söze hâcet kalmaz…
Ölmüş Bulut. Zurnasından başka bir şey bırakmadan… Onu da vermişler kapıdan gitmeyen bir alacaklıya, savmışlar başlarından…
Kenar mahalledeymiş evleri. Ama çarşı esnafından birileri önayak olmuş, tutmuşlar ellerinden… Kadıncağıza iki sahan bir leğen almışlar, oğluna kefil olup birinin yanına işe koymuşlar.
Yaz devrilirken ocakları her gün kaynamaya başlamış. O kış öncekine göre daha iyi geçmiş, ve arkasından bahar gülümsemiş…
Bulut’un ise son hikayeleri de artık unutulmaya başlamış…
Üçüncü kış biterken gene biri girmiş araya ve "sevaptır" diyerek, buldukları bir garibanı bu eve gelin getirmişler… Güzelceneymiş de kız. Hem eli işe yatkın, hem de anasına/kocasına saygılıymış. Senesine kalmadan bir de oğlan almış kucağına…
Ama gel gör ki; Bulut’un oğlu; Bulut’un eski çevresine takılmaya başlamış!..
Şimdi anacığının iki gözü iki çeşme… Solgun, sessiz karısı ise kucağında bebeğiyle, bekleşir olmuşlar her akşam üstü gözleri kararan yolda… Kısa zaman sonra da bebeğe bile yedirecek şey bulamaz olmuşlar.
Bir cuma günü dedem kasabaya gelmiş; kuşağında bir şişe!.. Allah Allaah, gören sorup dururmuş; nedir bu, diye…
Malum; eski kasabaların pazarı cuma günleri kurulur, ve kim kimi görecek, hangi işini halledecekse hep bu günü beklermiş…
Namazdan sonra cami meydanındaki büyük çınar ağacının altında oturup çay içmişler… Sonra dedem yanına yol gösterecek birini almış ve yürüyüp gitmişler. Nereye, bilin bakalım? Eve on metre kala bağırmış dedem:
-Zurnacı Buluuut!..
Kapıyı kimse açmayınca gene bağırmış:
-Buluuuut!
Son defasında öyle bağırmış ki; ağaçlardaki kuşlar bile uçmuş. Bu saatte yeni yeni ayılmaya çalışan Bulut’un oğlu da nihayet açmış kapıyı ve aksi aksi sormuş:
-Ne var, be?..
-Bulut nerde demiş, dedem. Bende bir emaneti kalmıştı da onu getirdim…
Bu kapıya öyle çok alacaklı gelmiş, ama,,, ilk defa bir "verecekli" gören genç adam;
-Babam öldü, demiş şaşkınlıkla. Çoktan öldü…
-Olsun demiş dedem. Ben de sana veririm emaneti. Nasılsa onun yanına gidiyorsun!..
Sarsılmış, sendelemiş Bulut’un oğlu. Sanki düşecek gibi olmuş.
Yaklaşmış dedem ve kuşağının arasında duran ispirto şişesini çıkartıp, avucuna koymuş. Sonra demiş ki:
-Bir gün bizim köye gelmişti baban… Bunu kafasına dikmiş, içindeki son ispirtoyu bitirip şişesini de bizim duvara doğru fırlatmıştı… Çarpmış ama kırılmamıştı şişe. "Allahü teâlâ sana hayırlı bir evlat versin" demiştim, içim sızlayarak… Sonra o şişeyi almış, ve "zamanı gelince iade etmek üzere" saçağa sokmuştum… İşte bu şişe o şişe…
Peki o hayırlı evlat sen misin?..
Yanındaki adam sıkı sıkıya dedeme söz verdiğinden; o ölünceye kadar ağzını açamamış. İşte bu yüzden "ayyaş oğlu ayyaş" bilinen birinin ne olup da böyle bir günde yol değiştirdiğini uzun süre hiç kimse anlayamamış…
Ama derler ki hâlâ;
Eğer Bulut kurtulduysa, hayırlı oğlunun hatırına kurtulmuştur!..
…..
(Bulut’un oğlunun ismini söylemek istemedim. Ki, bilen ses etmesin, bilmeyen öğrenmesin diye…)
Stop
Muammer Erkul
14 Mart 2004 Pazar