Sükûnet zamanı [03 Şubat 2002 Pazar]

Soruları hatırlamıyorum, neredeyse hiç birini. Cevaplarsa hafızamda sanki karmakarışık duruyor. Ama, elime bir ipucu geçirecek her hadisede harf harf, kelime kelime, cümle cümle zihnimde çözülmeye başlıyor bu karışıklık; ta ki o ipin sonu gelinceye kadar…
İşte, yine… Sanki dün gibi;
-Peki, diyor dedem… İşleri, tam sizin istediğiniz gibi düzeltelim bakalım… Ama önce bu birkaç dönümlük bahçe içinde deneyip görelim, nasıl olacağını. Tamam mı?.. 

Hemen ardından kilere girip, kevgirin altında tutulan küçük civcivlerden biriyle çıkıyor dışarı. Onun ciyaklamasına kulak kabartan anne tavukla, bahçenin koca kafalı erkek kedisini de çağıran dedem, her birinin önüne cebinden çıkardığı “aynı” mısırlardan koyuyor… Tekir kedi şöylesine koklayıp bir daha bakmıyor mısıra, çünkü civcivi seyrederek yalanmaktan daha çok hoşlanıyor!.. Dedemin avucunda muhafaza ettiği yavru civciv, kendi gagasından büyük mısırı gagalamaya çalışsa da haliyle bir sonuç çıkmıyor… Anne tavuk ise önüne konanları çoktan yuttuğu için başka var mı diye aranıyor!..
…..
-Bu bahçede yaşayan her mahlûk, farklı birer yaratıktır evlatlarım, diyor dedem…
Kimi bir yumurta için mahalleyi inletir, kimi küheylânlar doğurur gizlendiği köşede… Ama yüzlerce kısrak beraberce uğraşsa, tek yumurta yapamaz!…
Sığırların, koyunların, keçilerin bunları bilmesi gerekmez…
Ama bunu ben bilmezsem?..
Bunu, ya ben bilmezsem ne olur?..
Boyunlarındaki iplerden; şimdiki sahibi ben olduğum… Veya “şimdilik” sahibi olduğum bu çiftliğe bağlı olan bunca hayvan, ne yapardı dersiniz?.. Kaçıp ziyan etmezler miydi kendilerini?.. Dururlar mıydı burda, veya kendilerinden isteneni verebilirler miydi?.. 

İnsaflı olmak lazım!..
Bir at, ihtiyâç duyduğu arpayı, küspeyi buluyorsa “boynuna asılmış” torbanın içinde; yine aynı kapıda kemik bekleyen köpeğe niye kızar ki, “sevinçten” kuyruğunu sallıyor diye?..
Yeni çıkmış şu civcivi, biraz büyüdüğünde bayılacağı mısır ambarına “şimdi” koysan açlıktan ölür!.. Ama uzun sesiyle gururlanan çilli horoz, “artık” doymaz ki ince ezilmiş birkaç buğdayla!..
…..
Kapı “tek” ise eğer, bu kapının açıldığı bahçenin ahâlisi haddini bilmeli!..
Çünkü haddi bilmeyenlerin bu hususta birbiriyle dalaşması; “sahip” bilinenin, neyi, kime, ve nasıl vereceğini… Yani bir anlamda “işini bilmediğini” ifade etmek olur ki, bunu böyle belleyenlerin bu bahçede yeri mi olur?..
…..
Dedem gibi bakabilmek isterdim ben de her olaya… Evet, daha sakin ve daha pozitif olabilmek isterdim.
Çünkü, sükûnet zamanı; derinlikleri anlama zamanı… En azından benim için!..

Stop
Muammer Erkul
03 Şubat 2002 Pazar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir