Masamın üzerinde hentbol topu büyüklüğünde bir dünya var, ekseni etrafında dönebilse de her ülke görülemiyor. Coğrafya dergilerinin dağıttığı ve her okul dönemi alınmış çok miktarda harita/atlaslar ise yayınlandıklarının ertesi sene eskiyor…
Sayamadım birer birer yani ama iki yüzden fazla ülke olduğunu söylüyor uzmanlar. Öğretmenine sor bakalım iki ay sonra bilebilecek mi; Çekoslovakya kaça bölündü, Kongo hangi ülkenin eski adıydı…
Önceleri coğrafya ne kadar kolaydı çoğunuz bilemezsiniz.
Türkiye’den kuzey kutbuna ve Atlas Okyanusu’ndan Büyük Okyanus’a kadar Sovyetler Birliği…
-Söyle bakayım yavrum SSCB’nin başşehri neresi?
-Moskova…
-Afferim benim çocuğuma…
Fakat komünist ülke(kalmadı ya)ler tam bir kapalı kutu. Üstelik Cehennem’den korkutur gibi Artvin veya Edirne sınırına yaklaşmaktan korkutmuşlar kendi insanlarını. Yerkürenin üstündeki yerlerinden yerinden başka bir şey bilen yok haklarında.
Öğretmen soracak ama ikinci bir soru gelmiyor ki hatırına…
Bu durum bir kişinin işine yaradı, çünkü Sovyet başkentinden sonra gelen soru her zaman o idi:
-Sovyetler Birliği’ne kaçan meşhur şairimiz?..
-Nazım Kaçan…
-Hayır, Kaçan değil! O senin dediğin Hasan Kaçan, bir mizah adamı…
-Hah, hatırladım; Nazım Hikmet…
-Afferiiin!
İşte bu aferinler bir şairi meşhur yapmış!..
Şimdi söz açıldı ya, aklıma geldi:
Daha da önceleri coğrafya daha da kolaymış. Neden olacak; 5 kıtanın 3 tanesi Osmanlı…
-Dünyanın başşehri neresi evladım?..
-İstanbuuul, başka başşehir de var mı ki hocam?
…..
Antarktika o zamanlar parantezin dışında kalıyor…
Avustralya’da Pigme’lerle Kanguru’lar, Yeni Zelanda’da birkaç çobanla bol miktarda koyun ve Amerika kıtası; Türk’ün emmioğlu Kızılderililerle dolu ve batı kaçkınlarıyla… Acaba Avrupalılar; Türkler gelir bizi yer, yiyemezlerse Atlas Okyanusu’na döker, korkusuyla mı gidip Amerika’yı istila ettiler?..
Derslere bakıyorduk, nerelere geldik…
Uzun saçlı komutan atının üzerinde doğruldu, bir o yana bir bu yana baktı. Sonra elini kaldırarak buyruğunu verdi:
-Buraya konuyoruz!
Hayvanlar çözüldü, yükler indirildi, çadırlar kuruldu ve yeşil ova kısa sürede bir köye-kasabaya benzedi…
Ertesi sabah bütün çocuklar toplandı bir kıl çadırda…
Bilge kişi, dedi ki:
-Dersimiz tarih. Kulaklarınızı iyi açın… İlk dersi anlatıyorum: Burayaaa, geel diik…
Neymiş? Dersi tekrar edin bakalım çocuklar, ne yapmışız?.. “Burayaaa gelmişiiiz” dedi öğrenciler hep bir ağızdan. O zaman öğretmen;
-Tamam, dedi. Dersimiz bitmiştir; çadırlarınıza dağılabilirsiniz… İyi çalışın, ilk dersten yazılı yapacağım yarın…
Stop
Muammer Erkul
06 Ağustos 2006 Pazar