Bunu yüz kere yazsak yeridir:
Bir gün, sağına ve soluna doğru uzayan iki yolun başında duruyor olacaksın..
Tam karşındaki üçüncü yoldan biri gelecek…
Yaklaşıp, önünde duracak. Soracak, veya “hangi tarafa gitmesi gerektiğini” öğrenmek için soran gözlerle bakacak…
Sen yalnızca;
-Şu yöne, diyeceksin…
Ya da hiç konuşmadan, kitap tutan elinle işaret edeceksin!..
Yönelecek mi gösterdiğin tarafa? Bilmiyorum… Varacak mı gittiği yere? Bilmiyorum… Ne zaman olacak bunlar? Bilmiyorum… Sen kaç yaşındayken olacak? Bilmiyorum… Sana toplam kaç kişi yol soracak? Onu da bilmiyorum…
Fakat şunu biliyorum ki; olacak bu!..
Bir gün tam karşıdan biri gelecek, sana hangi tarafa gitmesi gerektiğini soracak, ve sen yalnızca “şu yöne” diyeceksin!
İşte sen, oraya kadar, kendini taşımak… O zamana kadar, sağlıklı kalmak… Ve üstelik, seni gören birinin; en azından sana yol sorabileceği kadar da temiz ve bakımlı olmak zorundasın!..
Kendinden şüphe etme!..
Cami sorulan kimse, imam olmak zorunda değil… Okul sorulan kimse öğretmen olmak zorunda değil… Fırın sorulan kimse ekmek ustası, ve eczane sorulan kimse eczacı olmak zorunda değil…
Rütbesi en yüksek, diploması en büyük, cüzdanı en kabarık kimseler değil ki aranan… Yaşı en büyük, tecrübesi en fazla, fiziği en düzgün, yüzü en güzel olanları da aramıyor insanlar…
Çünkü bu özelliklerin peşinde olanlar; kısa zamanda anlıyorlar/anlayacaklar yanıldıklarını…
İnsanlar; doğru adresi bilenleri arıyor!
Ve insanlar, sadece umuyor; birilerinden aldıkları adreslerin doğru olmasını!..
Hadi…
Geleceğe götür kendini!..
Çünkü bir zarfsın sen. İçinde var olanı taşıyorsun; onu bilmeyenlerin bulunduğu yerlere!..
“Titanic”in hikayesini anlatmış mıydım sana?..
271 metre boyundaydı. Okyanusu aşmak için o güne kadar yapılmış olanların en büyüğüydü. Ve en lüksü. Bu İngiliz yolcu gemisinin bir buz dağına çarparak nasıl battığını ve bu kazanın bin beşyüzden fazla cana malolduğunu senin gibi herkes biliyor… Fakat, Titanic batarken… Sürekli imdat sinyalleri gönderirken; oradan… Hem de çok yakınlardan, bir başka geminin daha geçtiğini çoğu kimse bilmiyor…
Bahsettiğim gemi o çağrılardan, feryatlardan habersiz olarak; donan, ezilen, boğulan insanların yakınlarından geçiiip gitti. Çünkü…
Çünkü günlerdir, hiç ses duymadan beklediği telsizinin başında sıkılan telsiz memuru, o gece cihazını kapatıp yatmıştı!..
Sen, bir telsiz memuru gibisin!..
Elinde veya cebinde veya çantanda veya arabanda veya masanda veya yakınlarında bir yerlerde; en az bir kitap bulundurmama hakkına sahip değilsin!..
Çünkü her gün birileri boğuluyor etrafında…
Ve senin taşıdığın kitaplar, cankurtaran yelekleri gibi kurtarıyor/kurtaracak insanları!..
Stop
Muammer Erkul
22 Mayıs 2005 Pazar