Üzülmek, sinirlenmek yok… [02 Haziran 2000 Cuma]

Üzülmek, sinirlenmek yok…

Size bugün bir tavsiyede bulunmama izin verir misiniz?.. Her ay… Her ay olamıyorsa her mevsim herhangi bir hastaneye gidin…
Hasta olmanıza lüzum yok, muayene olmanıza da…
Hasta olduğunuz zaman sizi zaten başkaları getiriyor buralara. Siz kendi ayaklarınızın üzerinde, kendi iradenizle gidin ve bir anda şükredecek bin tane sebep bulun.

Hazırlanmak, milletle buluşmak… Bir de burdan oraya varmak dünyanın zamanı…
Zaten böyle haberler de hep ani gelir!..
Yarım yamalak duyar, ne olduğunu anlamaya çalışır… Paldır küldür yetişip, yakaladığın yerden olaya dahil olmaya çalışırsın…
…..
Neyse ki şükürler olsun umduğumuzdan iyi bulduk ablamı. Göztepe’deki hastanenin acilinde kolunda serum yatıyordu.
Aslında iki gün geçmiş üzerinden de kimsenin haberi yok… Üçüncü gün, hani şu bizim meşhur doktorumuz var ya Türkiye’ye dönerken uçağın pilotunun; “Ben PKK’lıyım ve karnımda bir bomba var, patlamak üzere!..” Diyen kadının yanına oturttuğu doktor arkadaşım…
Ona telefon ediyor.
Aralarında geçen konuşmaları aktarmaya lüzum yok… Çünkü günlerden Çarşamba ise… Ve Pazar günü istifra edip, mide kanaması geçirdiğini farkettiği halde; “Her kusan hastaneye koşarsa doktorlar ne yapar!..” Diyen bir “hasta”ya ne derse bir hekim onu duyuyor ablam…
Ama; “Hemen Göztepe’ye gidiyorsun ve seni yatırıyorlar…” lafını iyi anlamış olmalı ki, terliklerini torbaya koyup, telefonunun şarjını (kendi sesi çıkamasa da) doldurup gidiyor hastaneye ve anında yatırıyorlar…
Mide kanamasından “kayıp” oranının % 15-20 olduğunu biliyor muydunuz? Eğer doğru ise ben yeni öğrendim… Bu rakam ise by-pass kayıplarından bile yüksek!..
Yani bu şu demek oluyor;
Midenizi koruyun…
Bira, şarap, alkol kesinlikle yasak.
Sigara ve gazlı içeceklerin ancak “ilaç” olacak kadarı yasak değil…
Vee, çok önemli bir husus;
Üzülmek, sinirlenmek yok…

Düşünsenize, boşuna mı öğrettiler bizlere, daha okuma yazma öğrenirken o tekerlemeyi:
“Ayağını sıcak tut başını serin, gönlünü ferah tut düşünme derin derin…”
…..
Hadi bakalım, şimdi hep beraber, koro halinde…
Biir, kii, üüç… Başlaa!..
“-Heehh heeh heeee!..”
(Bu pek sık aklımıza gelmiyor ama, hepimize sağlıklı günler dilerim…)

——————————————————–

Niagara şelalesine kadar beraberiz!..
Heey ordaki!.. Merhaba, ben Didem. En çok mail atanlar listende değilim ama, eminim beni de koyacak bir yer bulursun 🙂 Yaw kaç zamandır mail atacağım yoğunluktan atamıyorum. Geçenlerde bir arkadaşıma gönderdiğin kartı gördüm.
Beş yaşımdan beri “top beş” listeleri yapmaya bayılırım… Ve yazarlar için de yaptığım bir tane var. Yalnız bunu üçten öteye taşıyamadım. Etraf kendini yüz ünlü Türk büyüğünden biri olduğunu sananlarla dolu!..
Top üç’ümün başında Engin Ardıç var. O, milletvekillerine oturduğu yerden laf sokan adam olarak tanınır. Bir ara milletvekillerinin yemekhanesine girip, onları birbirlerinin baldırlarına çatal bıçak batırırken görüntülemişti. Ertesi gün işten kovuldu.
Bir de Hadi Uluengin var. Onun pazar yazılarını salyalar saçarak gülerken okurdum. Kızını anlama çabaları ve grossmarketlerle olan kavgası beni yerlerde yuvarlardı…
Vee günün yıldızında sıra. Seni onikili yaşlarımın sonunda “BENİM SORU SORMA İSTEĞİMİ UYANDIRAN ADAM” olarak hatırlıyorum :-). Hatta tavana kadar yazdığın yazıda tavanların ne kadar pürüzsüz, beyaz ve dokunulası olduğundan sözetmiştin… Sonra sandalyeden tavana uzanmaya çalışırken, kendimi burun üstü yere çakılırken bulmuştum… O zamanlar insan her şeyin duyularıyla algılanması gerektiği gibi iç gıcıklayıcı bir fikre kapılıyor. Yazıların bile 🙂
Şimdi ise seni okuyorum ve anlamanın verdiği dayanılmaz hafifliği yaşıyorum. Sanırım bu; “jenerasyonların buluşması” gibi birşey… Her ne kadar aynı buluşmayı ebeveynlerimle yaşayamasam da 🙂
Cevap (yazmak) için endişelenme…. Seni anlarım.
“Niagara şelalesine kadar beraberiz…” (Rüzgar gibi geçti filminden)

Numune(!)
(Bu bir fıkra aslında… Geçen günkü yazılardan birinin içinde kullanacaktım da olmadı. Şimdi tekrar elime geçince, bir tebessüm katsın diye dudaklarınıza, sayfaya koyayım dedim…)
Önce doksan kere başınız sağ olsun…
İki hafta kadar önce bize göndermiş olduğunuz… Ve;
“- Tavuk yetiştirmeye karar verdim.
Pazardan otuz adet civciv aldım ve bunları bacaklarından toprağa gömdüm. Bir hafta sonra kontrole gittiğimde civcivlerin hepsinin ölmüş olduğunu gördüm…
Herhalde bir yanlışlık yaptım, deyip otuz civciv daha aldım. Bunları kafa üstü gömdüm ve her gün de suladım ama civcivler gene öldü…
Tekrar otuz civciv alıp, bunları yanlamasına gömerek iki günde bir gübreledim… Ama civcivler gene öldü…
Bu üç denemenin sonunda doksan civciv kaybettikten sonra artık eminim ki, bu işte benim farkedemediğim bir aksilik var…
Benim, tavuk olmalarını beklediğim civcivlerim neden ölüyorlar, derdime bir çare bulur musunuz?..”
Diyen mektubunuzdan, aslına bakarsanız biz de pek bir şey anlayamadık…
Size daha fazla yardım edebilmemiz ve bu incelemeyi tamamlayabilmemiz için, bize; civcivleri gömmüş olduğunuz tarladan bir parça toprak numunesi göndermeniz gerekmektedir…
İmza: Karadeniz Üniversitesi (!)

Stop
Muammer Erkul
02 Haziran 2000 Cuma

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir