Küçük bir çocuktum Uludağ’ı ilk defa gördüğümde. Otobüsün sağ tarafında, orta sıralardaki koltuklarında oturan anne ve babamın dizlerindeydim…
Karlıtepe’yi, Yuşa Tepesini, Çamlıca tepesini görüp duruyordum ama, anlatılıp duran Uludağ’ı ilk defa görecektim. Bu ulu dağ bir anlamda Kafdağı gibiydi ki gözümde; zihnimde, dinlediğim masallar uçuşuyordu…
"Bak, Uludağ!.."
İşte böyle dedi babam, parmağıyla otobüsün ön camını işaret ederek…
Ama iyi de ben bunu deminden beri görüp duruyordum zaten… Bu muydu şimdi yani yoluna düştüğümüz gün boyu, bu muydu?.. Ovanın sonunda bir şehir vardı adına Bursa denen, onun ardında ise bir öbek!..
Sanırım sekizinci yaşımdı, ve ben ne gülebildim, ne sevinebildim, ne şaşırabildim… Öylesine boş boş, aval aval baktım kaldım sadece "ulu" dağa!..
Kalabalık bir şehirdi Bursa. Tarihi eserler ve eski evlerle süslüydü. O zamanlar yeşili daha boldu sanki, çünkü binalar bu kadar üst üste yığılı değildi. İnsanları, dağın etek uçlarına tutunmuş karıncalara benzetecektim daha sonra…
Hâlâ aynıları var mı bilmiyorum; kırk kişilik bir teleferiğe bindik önce ve çıktık, çıktık, çıktık. Hayret ki, şehir ufalıyordu biz yukarı tırmandıkça…
Mola yerine vardık. Sonra küçük, başka bir teleferiğe bindik. Havada asılı gidiyorduk şimdi çelikten bir halata takılı olarak. Önümüzde ve ardımızda başkaları da vardı; çekiliyorduk yukarı doğru, durmadan çekiliyorduk!..
Üçüncü vasıtamız da bir öncekine benziyordu. Üçümüz vardık içinde… Sanırım annem zaman zaman heyecanlanıyor ve babam onu teskin ediyordu. Ters çevrilmiş iri bir şemsiye kadarcık şeyin içinde asılı olarak havada götürülürken; evet, heyecanlanıyor insan!..
Büyük köknar ağaçlarının tepelerinden, derin vadilerin üstünden; kar yığınlarını, şaldır şuldur akan dereleri görerek geçiyorduk… Sonunda zirveye geldik. Öyle dediler…
…..
Ama zirvede, gelenlere yasak bir bölge vardı; ardında orman olan. Onun ardında buzullar, onun ardında görünmeyen vadiler, engeller, daha ileride de başka ve beyaz tepeler vardı… Elleriyle göstererek;
"Zirve orada!.." Dediler…
Biliyor musunuz; çocuk aklıyla bile idrak edebiliyor insan; gözünün, çoğu zaman yanıltabildiğini kendisini…
Göz bazen büyüğü ufak, ufağı ise büyük görüyor!..
Ama, bir minik çocuktum o zamanlar ben… Küçük aklım kendi gözünün tuzağına düşmüştü…
…..
Benim küçük sanmamla küçülmeyen dağ; büyük bir grupla bizi de kendine çekti… Sonra yine bir grup insanla birlikte yukarı çekti, sonra küçük bir grupla daha yukarı çekti, sonra daha da küçük bir vasıtayla daha da yukarı çekti!..
İşte orda kaldık ve ben zihnimden hep oraya takılı kaldım:
Dağ küçülmedi ben küçük dediğimde; ben büyük deseydim de dediğim için büyümeyecekti… Beni yükseltti, bunun da gene bana faydası oldu…
Dağların ufka bakıyor gözleri, bizim gözümüz ise onların eteklerinde…
Ve çoğu kimse gözünün gördüğü sınırları çiziyor gönlüne!..
…..
Şimdi, kiminle girsem Bursa’ya, kiminle görsem Uludağ’ı; yaşadığım bu ulu dağ hikayesini anlatıyorum…
Kimi anlıyoor, kimi anlamıyor!
Stop
Muammer Erkul
02 Nisan 2004 Cuma