Vah, Selimiye [25 Mayıs 2006 Perşembe]

Edirne’yi gördüğünü söyleyen kişi “Selimiye’yi görmedim” diyorsa, ya ne gördüğünün farkında değildir veya yalan söylüyordur… Çünkü şehre hangi yönden gelirsen gel cami tam karşındadır… Hatta denir ki; “Edirne’ye giren bütün yollardan cami önce iki minareli görünür, ancak iyice yaklaştığın zaman diğer iki minare çıkar öndekilerin ardından…”
Bitiş tarihi 1575 olan Selimiye’yi… Osmanlı mimarisinin ulaştığı en yüksek noktayı… Ve 430 yıldan fazla zamandır aşılamamış olan bir tarihî eseri anlatabilmek mümkün mü?
40 metreye 60 metrelik ibadet mekânının üzerini örten tek kubbenin çapı 31 metreden geniş… Beyaz mermerden yontulmuş mihrap ve minber, taş işçiliğinin nadide örneklerinden… Mabedin içindeki çiniler ise 16. yüzyıl İznik şaheserleri…
Yükseklikleri 71’er metreyi bulan 3’er şerefeli 4 minaresi var caminin. Bunlardan ikisi başka minarelere benzemez. Çünkü her şerefesinin yolu diğer şerefesinin yolundan ayrı yapılmış; örülmüş saç, burulmuş ip gibi… Düşünün, aynı minarenin içinde üç adam aynı anda merdiven tırmanıyor ve bu adamlardan hiç biri bir diğerini göremiyor, bir diğerinin yoluna geçemiyor, bir diğerinin vardığı şerefeye çıkamıyor…
Selimiye ile ilgili anlatılan hikâyeler, efsaneler çoktur… Dünyanın gelmiş geçmiş en büyük mimarı ise diyor ki: “Selimiye, ustalık eserimdir!..” Yani bütün mimarların üstadı, yaptığı ve yapılmış bütün eserlerin içinden bir tanesini seçiyor ve gösteriyor; “en güzeli bu” diyerek… Ey Mimar Koca Sinan; bütün eserlerinden bütün istifade edilişler ve bütün adımlar ve bütün secdeler sayısınca; sana ve sevdiklerine ve inandıklarına salat ve selamlar olsun…

Edirne’ye gideceksin… İşte bu camide iki rekât namaz kılmadan döneceksin, olur mu? Olmaz, dedik biz de… Dedik ama, keşke bu yazacaklarımı yazmıyor olsaydım!
Ana kapıdan kolkola girdi birileri önümden; genç kadın ve erkekler; başları açıktı, kolları çıplaktı… İçerde örttürürler, dedim. Sağda beyaz kıyafetler asmışlar, hiç kimsenin üstünde göremediğim… Ve başörtüler koymuşlardı; bazılarının eline aldığı, ama çoğunun elinde salladığı veya omzuna attığı örtüler!..
Orada burada ikişer üçer kişilik grupçuklar; kadınlı, erkekli, çocuklu… Çoğunun ellerinde fotoğraf makineleri, kameralar; cami içinde verilen pozlar… Kollar açık, beller açık, ayaklar, bacaklar çıplak; diz hizasında etekler veya badi altında blucinler…
Allah’ım, nerdeyim?..

Minber hizasına tahtadan bir engel, üstüne bir tabela koymuşlar. Diyor ki: “Lütfen ileriye geçmeyiniz! Namaz kılanlara aittir.” Camideyiz, ve caminin sadece onbeşte biri namaz kılanlara aittir, ya camilerin diğer kısımları ne yapanlara aittir?..
Aldım başımı, sağ ön köşeye kaçtım. Fakat orada da kadın, çocuk, adam seslerinden, gürültüden ne yaptığımı anlayamadım!..

Sinir içinde miyim, hayal kırıklığı mı, derin bir mutsuzluk içinde miyim yoksa hepsi birden mi? Dışarıda taşa oturmuş, giriş kapısını seyrediyorum. Başka şehirden tur ile lise öğrencileri geldi. Kollar açık, başlar açık… Bir kısmıysa konuşuyor, duyuyorum. Diyorlar ki “şimdi ayakkabı mı çıkaracağız bir de” ve şadırvana doğru uzaklaşıyorlar!.. Edirne’ye uzak şehirlerden geliyorlar, ayakkabı ile giremedikleri için Selimiye’yi görmekten vazgeçiyorlar!..
Kim bunlar? Yarınlarımızı emanet alacak olan liseliler, vah!..
…….
Daha yazmamı istiyor musunuz bu konuda?..
Bence istemeyin. İstemeyin!..

…..

NOT:
“Bütün insanlar eşittir ve istedikleri yere istedikleri gibi, ölçüsüz girer çıkarlar” diye tutturursa, özgürlük savunucusu bazı kendini bilmezler, deyin ki onlara: Pasaportunda Kıbrıs damgası varken (değil mabetlerine) sınır kapısından girin bakalım “tarih, özgürlük, barış ve medeni batı ülkesi” bilinen Yunanistan’a!..

Stop
Muammer Erkul
25 Mayıs 2006 Perşembe 


 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir