Vasiyet [15 Mayıs 2005 Pazar]

Bursa kuşatma altındaydı..
Çadırın önünde duran at soluyordu… Telaşla yere atlayan süvari, az sonra huzurdaydı…
-Pederiniz sizi emreder, dedi. Derhal gidelim!..
Bu, soğuk bir emre benziyordu. Sustu, soran bakışlarını habercinin gözlerine doğrulttu Orhan Gazi.
-Onu diri bulabilecek miyim?
-Allah isterse!..

Orhan Gazi önde, diğerini ardında bırakarak adeta uçtu, ve babacığının yatağının başı ucuna konuverdi…
-Beni emretmişsiniz efendim…
Babasının hastalığı ağırlaşmıştı. Bir süre dalgın kaldıktan sonra, başını hafifçe çevirdi ve;
-Geldin mi oğlum? Diye mırıldandı.
-Geldim babacığım…
-Herkes gibi ben de ölüyorum Orhan… Ama öldüğüme değil, Bursa’yı alamadığıma üzülüyorum. Vaziyet nicedir?
-Kuşatma bütün şiddetiyle sürüyor muhterem babacığım. Allahü tealanın izni ve lütfuyla bugün yarın düşecek!..

Titreyerek kendi elini bulmaya çalışan elini tutup öptü babasının. Ağlıyordu…
Elinde, oğlunun gözyaşını hisseden Osman Gazi;
-Sus Orhan, dedi. Ağlamak sana yakışmaz! Şimdi beni iyi dinleyip, vasiyetime kulak ver!..
-Can kulağıyla dinlemekteyim babacığım…
-Oğlum, Bursa’yı aç, gülzar eyle…
-Peki babacığım..
-Oğlum! Beni de, Bursa’daki Gümüşlü Kümbet’e defnet…
Oğlum! İlim adamlarını kayır, şehit çocuklarını koru, gazileri sev, sana bıraktığım kumandanlara fikir danış..
-Emriniz başım üstüne babacığım…

-Oğlum! Allah’ı tanımayan, emirlerine uymayan kimselere devlet işlerinde görev verme.. Verirsen eğer, yüzün kara olarak ahirete gidersin… Çünkü bunlar halka iyi muamele etmezler ve rüşvet almaya meyilli olurlar. Memleket ve millet böylelerinden büyük zarar görür…
Oğlum, bilmediğini bilenden sor. Sor ki; en doğru olanı bulabilip, yapabilesin…
Sana sadık olanların gönüllerini hoş tut, cimrilik yapma, yanındakilere, asker ve kumandanlarına hediyeler ver, ihsanın bol olsun…
Yapacağın her işi etrafındakilerle konuştuktan sonra yap…

Orhan Bey hıçkırıyordu artık…
-Allahü teala ömür verdiği müddetçe, verdiğiniz bu emirlerden kıl payı kadar ayrılmayacağım muhterem pederim, dedi. Söz veriyorum!..
Bir müddet dinlenen hasta baba, elini kaldırır, işaret eder gibi yaparak;
-Hadi git artık, dedi. Bursa’yı al ve beni oraya defnet!..
-Müsaade edin, kalmak istiyorum babacığım, dedi Orhan Gazi… Babasının hasta yüzü değişti işte o zaman. Gözlerinde öfkeli ışıklar titreyerek;
-Orhan, dedi yükselen sesiyle!.. Ben, hâlâ bir Bey’im!.. Sana emrediyorum:
Git… Ordunun başına geç… Ve, Bursa’yı al!..

Söylenecek ve duyulacak lâfların hepsi bitmişti. Baba, başını öteye çevirmiş, oğul yüzünü kilime düşürmüştü. Güçlükle sürüklediği adımlarına bakarak dışarı çıkarken;
-Peki babacığım, diye mırıldandı…
Eğerlenmiş atına atladı… Gitti, ve Bursa’yı aldı…
Fetih tamamlanamadan vefat edip Söğüt’e defnedilen Osman Gazi alındı, ve vasiyeti gereği Bursa’da, Gümüşlü Kümbet’e defnedildi…

Hayatı anlatmaya çalışan bir dede torununa, bir baba; oğluna, bir ağabey; kardeşlerine kitap okuyordu:
“…insanın işinden, Rabbinin razı olmasından daha büyük zevk olur mu? Bir kimsenin işini, efendisinin beğenmemesinden daha büyük cefa, sıkıntı olur mu? Cennette Allahü tealanın razı olması, Cennet nimetlerinin hepsinden daha tatlıdır. Cehennemdekilerden Allahü tealanın razı olmaması, Cehennem azaplarından daha acıdır…”
Ve kitap kapandı!..

Stop
Muammer Erkul
15 Mayıs 2005 Pazar

 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir