Yarım… Ve yamalak! [30 Ekim 2001 Salı]

Belki de hiç düşünmemiştim, bilmiyorum; ben kimdim ve kime, nereye bağlıydım?..
Güneşin doğmadığı bir güne uyanmamıştık ki hiç birimiz;
Güneşsizliği bilelim…
Havasız bir yer yüzünde çırpınmamıştık ki, nefes alabilmeyi fark edelim…
…..
Var ise vardır hep bir şeyler;
Elimizden gittiği âna kadar… 

İğne batmadan, soğuk vurmadan, güneş yakmadan farkına varmaz ya insan, bir “teni” olduğunun;
Şimdi kezzap terleyip kendimi yakmaktayım!.. 

Anladığım ne, biliyor musunuz?..
Hazret-i Veysel Karânî, kendi acısını unutmuş olmalı vaktin birinde;
Ve, sallallahü aleyhi vesellem Efendimiz’i gören, koklayan, dokunanların acısının dehşetiyle helak olmuş olmalı…
…..
Ya onların hâli nicedir?..
Yani onun yanında bulunanların, ona dokunanların; diz dize oturanların, göz göze bakanların, yüz yüze konuşanların?..
…..
Bu lezzetleri bilmemiş olan, onları kaybedenlerin acısını nerden bilsin?.. 

Bir gün önce öğrenmiştim, bir duvardaki hatt’a bakarken;
“Basmasa mübarek kademin ruyizemine,
Pâk itmez idi kimseyi hâk ile teyemmüm!..”
Yani; “Eğer mübarek ayağın yeryüzüne basmamış olsaydı, kimseyi teyemmüm temizlemezdi…”
…..
Bir sonraki gecenin orta yerinde, zaman takıldı ve kapaklandı yere…
Zaman, zeminle yüzyüze geldi…
Ayaklarımızı toprağa basamaz olduk!..
Bu toprak ne kadar emin(miş) meğer…
…cümleler yarım kaldı şimdi, cümleler anlamsız, cümleler kısır…
…ve öksüz kaldık, cümlemiz!.. 

Bulutlar bilmiyormuş niye o irtifada uçup dururlar… Güneş bilmiyormuş niye hep o ayarda parlayıp durur…
Ve ben hiç bilemedim; niye, serserilik sınırında turlar dururum?.. 

Yine gel-gitlerde aklım, çalkantılarda;
Ve içim tutuşmuş olsa da, yangın; boynundan bağlı olduğu büyük kapıda!.. 

Bilinmeyen, ama takdir edilmiş olan zamana 4 veya 5 saat vardı… Ben, “hayal” çatının altındaydım. Yani “güya” en yakındaydım; lakin “sahibi” burda değildi, ve bilmemekteydik dönmeyeceğini…
“Kitap getirin” dendi…
Bir kitap geldi, ve direkt olarak 89’uncu sayfası açılıp okundu:
“…İşte bunun içindir ki, Vahşî, hazret-i Hamzayı “radıyallahü anhümâ” şehîd etmiş iken, Müslüman olunca, bir kerrecik (Sevgili Peygamberimizin) sohbeti ile şereflendiği için, (Tâbi’înin, yani O’nu göremeyenlerin en üstünü olan) Veysel Karânî’den daha yukarı oldu…” 

Bu sabah…
En büyük eseriniz olan İlmihal’deki “Veysel Karânî” maddesine baktım…
Üveys bin Âmir Karnî rahmetullahi teâlâ aleyh’in anlatıldığı kısmın en son satırında şöyle diyordu:
Ruhların terbiye ettiği kimseye (Üveysî) denir.
…..
İnşallah.
Razı olmaktan başka elden ne gelir?..
Nasihat
Böyle bir tıkanma anında, bu yazıyla uğraşırken, sevgili Sultan Yürük’ten bir mesaj geldi. Şu satırları yazıp göndermiş, belki bize belki de bizim gibi arkadan gelenlere söylüyordu sözünü:
…..
Olura olmaza bozma sükutu
Bedelli bedelsiz, ucuza gider
Açıldı mı bir kez, o altın kutu
Son kalan metelik hacize gider
…..
Ben bilirim, demez sarrafın ehli
Bin susar, bir söyler, o da gerekli
Uzak dur bulaşır, yarenin cehli
San kalan yücelik, acize gider.

Stop
Muammer Erkul
30 Ekim 2001 Salı

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir