Her işi “beceririm” bilirsiniz ya; şimdi de mutfağı becermekle yani karıştırmakla meşgulüm…
Yemek yapıyorum da, ne yemeği ve nasıl yaptığımı söylemeyeyim; niyetli miyetli olan… Ya da “o yemeği bir daha HİÇ YEMEMEK İÇİN adını benden duymayı bekleyen” falan vardır aranızda!..
…..
Kaloriferler yandığı, ben de üç ocağı birden yakmış olduğum için mutfak biraz sıcak… Dolayısıyla yeni aldığım “cici” deri yeleğimin fermuarı açık.
Tezgaha da yaslanıp durmaktaymışım ne zamandır ki göbeğimin altı ıslanmış… Üstümdeki gri eşofmanın altındaki turuncu tişörtüm de ıslanmış… Turuncu tişörtümün altındaki beyaz ve sırtında; “….” yazan diğer tişörtüm de ıslanmış… Hatta çamaşırım bile ıslanmış…
…..
Burdaki yani mutfaktaki işimin ne zaman biteceğinden haberim olmadığına göre acil ve pratik bir çözüm bulmalıyım…
Hah!.. “Çözüm” işte orda; kapının arkasında, yerde duruyor!..
Benzinciden (veya marketten) verilen, benim de “yavrularına” bir göz atıp, ardından da mutfak kapısının ardına atıverdiğim gazetelerden birini alıp koynuma sokuyorum…
…..
Oldu işte;
Biraz hışırdasam da, içten dışa ve dıştan içe geçebilecek sulara karşı izole oldum; su ile irtibatım kesildi ve üşütüp, muhtemel bir barsak kıvranmasından kurtuldum!..
Şu BEYNİME hayranım yani…
Buraya kadar problem yok;
Banu’nun, beş yıldızlı otelin kral dairesindeki ikametinin kaçıncı gününü doldurduğunu düşünerek hıyar doğruyorum şimdi…
Bir de Taksim meydanına savrulan kasetlerin asıl sebebini düşünüyorum… İçinde tek şarkı varmış okuduğu, ve kendi şarkısı denen şarkının sözlerinin de sadece iki satırı ona aitmiş… Maliyeti 36 milyarı bulan bu “eser” 300 tane kadar satmış…
…..
Gazeteyi koynumda unutmuşum, iyi mi!..
Taa, gece yarısına doğru, şöyle koltuğa yayılmış, sosyete dedikodularını seyrederken battı da hatırladım… Nemlenen yerlerinin çamaşırlarımı boyadığını farkederek çıkardım içimden…
Meğer bu, Eylül’ün 22’sinde yayınlanmış bir gazeteymiş…
Ama, siyah beyaz sayfalardan birinde; Çankaya Köşkü’nde yapılan bir törende Cumhurbaşkanı Sezer’in adamın birine madalya takarken çekilmiş bir fotoğrafı gözüme ilişti…
Aslında, sanki bir yerlerden tanıyormuş gibi olduğum bu adam kim?..
Kim bu kişi?.. İlgileniyorum şimdi, çünkü merak ediyorum ne yapmış da; “Nefise mi Özlem mi?..” sorusuna aranan cevabın (sadece bu devam sayfasında bile olsa) önüne çıkabilmiş?..
Okuyorum şimdi. Bu adam… Yani Cumhurbaşkanımızdan madalya alan bu kişi “BEYİN CERRAHİSİ” alanında çalışmalar yapıyormuş…
Profesör Doktor imiş…
Adıı… Hah!.. Adı Gazi Yaşargil’miş…
Aaa!..
Aa aaa!..
İNANILIR GİBİ DEĞİL;
Amerika Birleşik Devletler’nde “YÜZYILIN ADAMI” seçilmiş, hem de geçen sene…
Peki ben niye bilmiyorum bunu?..
Ağırlığımca altın kazanmayı hayal ederek izlediğim yarışmaların arasına reklam olarak (veya soru olarak) koysalar öğrenirdim belki…
Devam ediyorum;
Ülkemizdeki ünvanıysa “HOCALARIN HOCASI”ymış Gazi Yaşargil’in…
Hayret!..
“Onun hem Türkiye’nin hem de İNSANLIĞIN GURURU olduğu”nu söylemiş Sezer…
Vayy canınaa!..
Ardından da Cumhurbaşkanımız konuşmasına şöyle devam etmiş:
“Hocaların hocası ünvanıyla tanıdığımız Sayın Yaşargil, beyin cerrahisi alanında başarıyla uyguladığı teknik ve yöntemleriyle, tıp dünyasında yeni bir çığır açmış, tüm ülkelerin haklı olarak büyük dikkat ve ilgisini çekmiştir.
Ulusumuz, kendisine böyle bir kıvanç yaşatan Sayın Gazi Yaşargil ile haklı olarak övünmektedir…”
…..
Çok duygulanan profesör de;
“Şu an benim için hem hissi, hem akli olarak en kıymetli andır. Ben bir elin küçük parmağı gibi bu memleketin bir parçasıyım…
Bazı ülkelerde ameliyat yaptığım hastanenin önüne Türk Bayrağı asılıyor…
İşte o zaman ağlayasım geliyor…” Demiş Profesör Doktor Gazi Yaşargil…
İşte benim de ŞİMDİ ağlayasım geliyor;
Bir Türk Amerika’da “YÜZYILIN ADAMI” seçiliyor haberim yok; ama yurtiçinde ve yurtdışında, her cinsiyete sahip ne kadar şarkıcı, oyuncu ve futbolcu varsa… Herbiri hakkında ne kadar lüzumsuz bilgi varsa hepsine sahibim…
Düşünüyorum;
En başta ben, bazılarımızın bir beyin cerrahına mı ihtiyacı var acaba?!..
Stop
Muammer Erkul
09 Kasım 2000 Perşembe