Merhaba…
Bir gün akşam vakti, yazılarınızla ilgili sohbetimiz olmuştu arkadaşlarla. Biri tilki hikayesiydi, diğeri ipek böceği mi neydi?
Çaylar içildi, sizden bahsedildi. Bir ara arkadaşlardan biri size bir mesaj çekti, sizden cevap geldi. Nezaketiniz hoştu. Farklı farklı yorumlar yapıldı. Kimi sosyal kirlenmeden bahsetti kendince ve ilmiyle, kimi medeniyet çatışmasından, kimi ölüme hazırlıklı olmaktan falan filan, kimi insanlığa hizmetten…
O akşam sizin yazılarınızı anlamak ile, kendi içimizde olanları hatırlamak arasında sıkışıp kaldık galiba… Ve belki yazılarınızın çağrışımları ve bizdeki yansıyışları; sizin anlatmak istediklerinizden farklı manalara götürdü bizi, kim bilir…
Güzeldi. Evet güzel… O akşam, size daha çok ilgi duydum…
Kelimelerle bu kadar oynamayı nasıl becerebiliyorsunuz, pes doğrusu!..
Rastgele mi, üst üste mi koyuyorsunuz? Herkes istediği gibi anlasın diye mi?.. Yoksa kendinizdeki derin manaları mı örüyorsunuz söyleminizle?.. Elbisenizi sözcükleriniz mi dikti? Kozalak böceği mi? İnce mi, kalın mı?..
Yok, yok!.. Aklım karışık değil. Sanırım sandığından da karışık…
Bu size, hiç siz açken bir dilim pastayı mı, yoksa sebepli ağlayan bir çocuğun gülüşünü mü tercih edersin, demek gibi bir şey olmalı… Sahi, hangisini tercih edersiniz?..
O akşam herkes yazdıklarınızı anlamaya çabaladı.
Bense sizi…”
Hamza (İzmir, 1 Aralık)
Bir tırmanıcı, karış karış yükselir…
Bulduğu her yarığa kazmasını geçirir, tırnağıyla tutunur…
Ta tabandan, sonu olmayan tavana doğru çekmeye çalışır kendini; düşmemeye çalışarak!..
Bunlar, içimde olur!..
..ve, içinde olur…
…..
Ne neyin, kim kimin içindedir;
Ne kadar çalsan kapıyı, kim çıkar; eğer içerde kimse yoksa!..
…..
Sen, var kal!..
Ben; sana tırmanarak yükselirim, sen bana…
Ve düşsen, içim yarılır!..
Çünkü her tırmanıcı; karış karış yükselir, santim santim ve tırnak tırnak… Her yarığım bir yaradır; kazmaların ve tırnakların ardından…
Ve yani, yârimdir içimde kim varsa, ve her yaram yâr yarasıdır!..
İçinizin duvarlarında olduğum gibi; duvarlarımda siz varsınız, sen varsın…
Sendelesen; bıçak ve kazma ve tırnak, nen varsa saplarsın canıma… Yani düşsen; yarılır içim, yırtılırım bir branda çadır gibi baştan ayağa…
Kanarım;
Acıya!..
Biliyor musun;
O, çölde aslan avlıyordu…
Ama, gönül avlamak “hazret” kıldı Hamza’yı…
Stop
Muammer Erkul
07 Aralık 2003 Pazar