Baltanın sapı
Malaya, Singapur nerde, bilen var mı? Endonezya, Hindistan İstanbul’a ne kadar uzakta?..
Peki harita üzerinde Bornu, Cibuti, Zengibar, Mozambik’in yerini bir defada gösterebilen var mı?
Dünyada kaç ülke var sahi?..
Ya, Osmanlı’da kaç şehir?
Osmanlı, hükmettiği topraklardaki yönetiminin kötülüğünden, sömürü anlayışından, zulmünden değil;
Adı konmamış, sayısı belirlenmemiş ve erkek adamların oluşturduğu ordularla yapılmamış “haçlı seferleriyle” ufaldı ve yok oldu.
Yok ettik kendimizi…
Veya bize bizi yok ettirdiler.
Güçle, baskıyla, siyasetle… bizi mağlup edemeyenler, sonunda çareyi; şeytanın sol tarafında peydahlanmış “tohumları” toprağımıza fışkırtmakta buldular?..
Bu, iki günlük, iki yıllık değil; iki yüzyıllık bir plandı…
Ve fidanlar dikildi bazı bahçelere, bazılarınca da sulandı. Toprağımız acıyıncaya kadar kök saldı. bu mel’un ağaçlar…
İşte bugün; (bilerek veya bilmeyerek, düşünerek veya düşünmeyi bile akıl edemeyerek) “bugünden geride kim ve ne varsa reddettiğini” böğürenler de aynı ağacın armutları!..
Ve, muhteşem Osmanlı…
Yani biz!
Kendi toprağında, temel taşına bile tahammül edemediğimiz, kendimiz!..
Öyle bir yelpaze, öyle bir akord, öyle bir koro, öyle bir mozaik, öyle bir armoni, öyle bir melodi, öyle bir skala, öyle bir düzen, nizam, intizam ve adalet hükümranlığıydı ki;
Bu sarmaşığın köküne, ancak bahçenin “has sahipleri” kezzap dökebilirdi!..
Bitmez-tükenmez toprakları meydana getiren ülkelerin yaşayanları, elinde kezzap şişesiyle dolaşanlarımıza yardım da etti…
Çoğu, hâlâ o ihanetin bedelini ödeyemedi!
Gelenler, gideni ilk günden aratır oldu…
Ekseriyetinin yaşlı gözleri gönderlerde asılı hâlâ!
Biz…
Biz ise buldozerlerle çiğnedik önümüze ne çıktıysa!
Tozuna bile mütehammil değildik 623 yıllık geçmişin…
Ve hatta kürüdük yerlerden… Küreklerle savurduk avluların dışına!
Bugünün süper ülkesi ve büyük devletleri, işte bu beğenmediğimiz tozları incelemekle, tezlere konu etmekle meşgul!..
Moritanya neresi?
Nijer hangi kıtada?..
Kamerun, Gambiya hakikaten 400 (dörtyüz) sene Osmanlı bayrağıyla mı süslenmişti?..
Dünyada kaç ülke var sahi?..
Peki, ya Osmanlı’da kaç şehir?
Her soruyu bilmiyorum…
Ama bazı cevaplar, çok gerçeği anlatıyor bana.
Mesela Bulgaristan… Tam 545 (beşyüzkırkbeş) yıl Osmanlı’nın himayesindeydi. Acaba bu ülkenin “mevcudiyetinin” yaşı kaç?..
Sonra Yunanistan.. 400 (dörtyüz) sene çiftliğimizin kahyalarıydılar sadece!.. Onların bir zamanlar aynı bölgelerde yaşamış olan Grek’lere “dede” deyip sarılmaları da; Osmanlı’nın dışındaki ömürlerine “zaman” bile denmeyeceği için değil mi?..
Girit 267 yıl, Ege adaları 541 yıl bizimdi…
Arnavutluk 435 yıl, Yugoslavya 539 yıl, Romanya 490 yıl…
Macaristan 160 yıl, Çekistan, Slovenya 20’şer yıl, Polonya, Batı Rusya, Beyaz Rusya 25’er yıl ve Avrupa Rusyası 291 yıl bizimdi…
Ukrayna 308, Gürcistan 400 sene… Ermenistan 20, Azerbaycan 25 sene… Kıbrıs 293 sene ve Suriye 402 sene topraklarımız dahilindeydi.
Lübnan, İsrail, Ürdün, Irak tam 402 yıl… S. Arabistan 399 yıl… Yemen 401, Katar, Bahreyn ve B.A. Emirlikleri 400’er yıl, Kuveyt 381 yıl Osmanlı’nın avucundaydı.
Biz soyguncu olsaydık bunca ülkede, bunca yıl don değil, deri bile bırakmazdık!.. Oysa bu muhteşem irade bastığı her toprağa medeniyet götürdü ve eserlerini bıraktı. Aldığı vergileri yine oralara harcadı.
Bitti mi sandınız?
B. Türkistan 15 yıl, Endonezya, Malaya, Singapur 25’er sene… Hindistan ve Pakistan 100’er sene… Mısır ve Sudan 397 sene… Libya 394 sene… Tunus 308 sene… Cezayir 313 sene… Fas ve Moritanya 50’şer sene… Nijer, Çad, Senegal, Nijerya, Kamerun, Gambiya, Gine, Bornu, Uganda tam 400’er sene…
Habeşistan, Cibuti, Somali 350’şer sene…
Umman, Zengibar, Tanzanya, Kenya ve Mozambik tam 400’er sene “köle”lerimizdi güya…
“Özgür” oldular!
Dikkat edin; son yüzyıllarda bu ülke insanları bırakın servetlerini, namuslarını koruyamaz oldular.. Evlatlarını koruyamaz oldular ve çoğu yük gemilerine doldurulup, pazarlarda çiftlik veya konak sahiplerine, dişlerine ve cinsel organlarına bakılarak birer köpek gibi satıldılar.
Osmanlı’ya terkettirilen bu diyarların insanları, o günden bu güne nüfuslarının yarısını kaybettiler. Kalansa, şiş karınlı, aç, topraktan doğrulmaya hatta sineğini bile kovmaya mecali olmayan insancıklar…
Bu kadarla da bitmedi;
Ayrıca İtalya, Fransa, İspanya, İngiltere, Monako, Hollanda, Norveç, Almanya, Portekiz, İzlanda, İrlanda, İran, Liechtestein, Cebelitarık ve Danimarka’nın da kıyı şehirlerinde ve adalarında ise değişik sürelerde hakim güç idi Osmanlı…
Haritalarımıza sığmayan bunca ülke, onun şefkatli avucuna sığıyordu.
Ve bir gün erkek adamlar çekildi meydanlardan, yerini diğerlerine bıraktı. Diğerleri yüzyıllar boyu takip edilecek tezgahlar kurdular…
Şeytanın sol tarafından peydahlanmış tohumlar saldılar mübarek topraklara..
Bu tohumları sulayıp, büyütecek mantar kafalılarla anlaştılar.
“Bizden” gözüken bu “tacirler” üç ateşten para karşılığında, üç günlük dünya için, üç kıtayı sattılar…
Bu durum; satılmış adamların alet olduğu öyle bir satıştı ki…
Koskoca cihan imparatorluğunun toprakları bazen boş vaadler, bazen iki duble rakı, bazen de frengili iki fahişe karşılığında satıldı.
Bir koca bayrağın rüzgarı kesildi.
Ve düne kadar bu ülkenin insanları bir toplu iğneye bile muhtaç yaşadı.
Doğru, değil mi?..
… Ve bir gün;
Bütün ağaçlar toplandı… Baltayı, yaşlı çınara şikayet etmeye geldiler.
“Neslimizi tüketecek!..” Dediler.
İhiyar çınar şöyle bir sallanarak:
“Baltanın ne kabahati var?.. Dedi.
O, haddizatında zararsızdır ve bize bir fenalığa gücü yetmez.
Onu bize zararlı kılan,
Baltanın “bizden” olan sapıdır!..
——————————————————–
Portakalın gücü!..
Trenle İstanbul’a gitmekte olan Temel ile İdris, yolda yemek için portakal almışlardı…
Portakalını soyarak yemeye başladığı sırada Temel; trenin bir tünele girmesiyle feryadı bastı:
“Ula İdris portakalını yedin mi?..
İdris cevap verdi:
“Daha yemedim!..”
Temel ağlamaklı:
“Sakın yeme!.. Ben yer yemez kör oldum!..”
Stop
Muammer Erkul
01 Ekim 1999 Cuma