Bana çare bul [28 Şubat 2000 Pazartesi]

Bana çare bul

Mucizeler Son Peygamber ile son buldu…Kerametler ise Allahü tealanın evliya kullarına ihsan ettiği özel hallerdir.
Acaba benden beklediği ne bazı insanların!..
“Kehanet” mi?..
İnsaaaf, nerelerdesin?

Sen hekimsin şimdi(!).. Öyle düşün.
Ve ben seni bin-binbeşyüz kilometre uzaktan arıyorum. Diyorum ki;
“Sen iyi bir doktormuşsun. Bunu, senin numaranı bana veren arkadaşım söyledi. Ben de hastayım. Hadi bakalım beni tedavi et!..”
Ne dersin bana?
…..
Adımı bilmiyorsun, yaşımı bilmiyorsun, cinsiyetimi bilmiyorsun…
Nerede ve nasıl yaşadığımı bilmiyorsun…
Daha önce başımdan neler geçtiğini, şu anki şikayetlerimi bilmiyorsun…
Bu sıkıntıların ne zamandan beri var olduğunu, tedavi için kimlerle görüştüğümü ve neleri ne kadar uygulayıp kullandığımı bilmiyorsun…
Diyeceğin çok açık;
“Kardeşim, bana bazı ipuçları ver… Bırak doktoru, ben veteriner-baytar bile olsam bazı bilgilere ihtiyacım var…”
Öyle değil mi?

Bana da mesajlar geliyor, bazen. Zamanını kendisi “seçtiği” halde, bana bu zamanı seçme hakkı tanımayan kişilerden…
Acaba ben ne haldeyim, uygun muyum, değil miyim düşünmeyen kişilerden… Ve benim numaramı birilerinden bulmuş olan kişilerden;
“Ben çok kötüyüm, hadi bana çare bul…”
Bir de öyle bir pür dikkat beklenti var ki;
“Hah, biraz sonra cevap yazacak ve ben onu bir okuyuşta şifa bulacağım!..”
…..
Yapmayın bunu.
Kimden ne isteyebileceğinizi bilin…
Bazen uyku, bazen üç kuruşluk bir vitamin, bazen iki rekat namaz, bazen düğünde eğlenmek, bazen mahallenin çocuklarıyla futbol oynamak, bazen kitap okumak, bazen de kendinle başbaşa kalmak… Ve bazen de;
“Ben, asıl ben kendim için ne yapabilirim?” Diye sormak benim söyleyebileceklerimden daha iyidir.

Doktor reçete yazdığında;
“Olmaz… Benim sıkıntımı, yazdığın bu ilaç çözebilir belki ama, eczanelerde her zaman bulunmuyor. Sen bana bakkallarda da satılan birşeyler yaz. Kolay bulunsun, ucuz olsun ve her bünyeye uysun!” Diyebiliyor musun?
Yahut sen, böyle diyen birini duysan ne söylersin?
…..
“Bana yazılan bazı satırları duymayı hakettim mi acaba” diye düşünüyorum zaman zaman.
Peki kimler tarafından yazılan satırları?
Telefonumu “birisi”nden almış ve bana kim olduğunu bile yazmamış başka “birisi” tarafından… Köşemizi okuyup okumadığını bile bilmediğim birisi… Adını, yaşını, cinsini bilmediğim birisi!..
…..
Desem ki;
“Kasım 96’da çıkan falanca yazımı ve 98’in Temmuz’unda yayınladığım falanca yazımı üç kere oku bir kere de defterine yaz… Bulacak mı bu insan o yazıları, ve “neden” diye sormadan yapacak mı dediklerimi?..
Bahsettiğim konularla ilgili tavsiye etmiş olduğum kitapları da alıp, anlatılanları tatbik edecek mi?
Yok bunları yapmıyor ve yapmayacak ise…
Yani derdi bir problemi aşmak değil de birebir bir muhabbet, sızlanmak ve “pişpişlenmek” ise; onun benden istemiş olduğu vakti versem, bu köşeden birşeyler ummakta, beklemekte olan herkesin, hepinizin hakkına tecavüz etmiş olmaz mıyım?

(Hatırlar mısınız bir kimya mühendisi hanımdan bahsetmiştim. Tanıştığımız zamanlarda hayatlarının belki en kötü günlerindeydiler…
Bir kitap aldırdım ona.
Gözyaşları içindeydi kitabı aldığında ve işsizdi. Sadece bir defa okudu ama yuttu sanki. O kitap onun beynini değiştirdi. Ardından bir karar verdi; “Ben şu an işsizim ama falanca işi başarabilirim” dedi. Gitti, bir yerde yönetici oldu ve bir yıl içinde bir apartman dairesi satın aldı…
Çocuğunu doğurduğunda kendisini emekli etmiş ve evinde oturmaya başlamıştı…
Biz tanışalı henüz bir sene olmuştu.
Bu insan şimdi; “Bana ödettiğin iki-üç milyonluk kitap parası çok pahalıydı” dese ona ne dersiniz?
Veya başka birisi; “Ben önce evimi alayım, sonra kitabın parasını öder, alır okurum(!)” Diye düşünürse ne dersiniz?
…..
Şimdi, ben mi yaptım bunu?.. Hayır.
Peki kim yaptı?.. Kendisi.
Benim yaptığım; sadece bir kitap vermekti onun eline… Doğru kitabı vermekti.
Düşünün bakalım; acaba onlar neden dostumuz bizim şimdi ve neden aboneler gazetemize?
…..
Bundan daha da vahimi ne biliyor musunuz?..
Bu yazıyı yayınladığımda pek çok kişi okudu. Ama demek ki o kimya mühendisi hanımdan başka hiç kimsenin iki kulağı arasındaki beyin denen gri nesneyi değiştirmeye, yaşadığı hayattan daha iyisini aramaya, büyük bir karar almaya ihtiyacı yokmuş(!).. Ki, ciddi ciddi o kitabın ne olduğunu öğrenmeye çalışan hiç kimse çıkmadı!..
Ama yüzlerce insana tosluyorum her gün, duyguları yerlerde sürünen, bir kitap alacak, gazetemize abone olacak kadar bile parası olmadığını “zanneden” insanlar… Yazık değil mi, beynini kafatasının içinde “sanki boşu boşuna” taşıyan insanlara?..
Yazık değil mi; “Benim senin tavsiye edeceğin kitabı okumaya ne ihtiyacım var” diye düşünenlere?..

Konuya dönelim yine:
Telefonu birhayli kullandığımdan yanlış numara çevirdiğim de çok olur benim. Acaba neler duyduğumu tahmin ediyorsunuz?.. Sizin de arandığınız oluyor mu yanlış numara çevirmiş kişiler tarafından? Veya bunlara nasıl cevap veriyorsunuz?.. Eğer benim yanlışlıkla çevirdiğim numaralardan biri sizin numaranız olduysa şimdiye kadar, hakikaten sınıfta kaldınız!..
Benimse şu an “siga”ya çekildiğim, tanımadığım birinin “beklediği cevabı verememiş” olmam!..
Dedim ya;
Eyy insaf, nerelerdesin?

Bunları kızdığım için yazmıyorum. Birebir çözebilirdim konuyu veya (hiç tercih etmediğim bir yol olsa bile keser atardım başımdan!) Ama, aynen bir zamanlar benim takip ettiğim gibi, ilerde bu işe soyunacak birilerinin de beni gözlediğini biliyorum. Ve onların on-yirmi sene sonraları için ortaya koyuyorum bu mevzuyu… Kendilerini nasıl ve ne şekilde beslemeleri, doyurmaları, eğitmeleri gerektiğini idrak etsinler diye…
Biliyorum, ve onlar da bilsinler ki; aynı yazınız on yaşından doksan yaşına kadar pek çok kişi tarafından okunacak. Ve sen her yaşa göre yazmak zorundasın…
Yine biliyorum ki aynı yazı hakkında ilkokul öğrencisinden de yorum alacaksın, öğretim veya araştırma görevlisi profesörlerden de.
Korkma bundan… Sevin!
Ama kendini hazırlamayı da ihmal etme.
(Ciddi bir konuyla başladık haftaya, hayırlısı… Bugün yer kalmadığı için yarına kayan yazıyı ise okumanızı bile istemiyorum aslında. Ama bazen yazmak zorunda kalıyor işte insan; belki de şu dünyada -yarın anlatacağım konu- affedemeyeceğim tek şey bile olsa…)

———————————————————

Nigi faka bastı(!)
(Mecmua faresi Nigi Aga bu hafta accayip faka bastı…)
Aah ah!.. Kendisinin şu an nerelerde olduğundan bile habersiziz. Hatta yaralanan onurunun peşinde sürüklenerek; yakalayıp evlenmek için Minnoş hanımı kovalayan Tekir beye çelme takma cüretinde bulunacağından bile endişeliyiz…

Nigiiii, geri dön. Kimse sana kızmadı, kimse seninle dalga falan da geçmedi. Buna benzer hadiseler hepimizin başına gelebilir Nigi. Bunlar bu mesleğin cilveleridir.
Geri dön Nigi… Bu kadarcık kusur kadı faresinde bile bulunur. Gel hadi. Dönersen sana “kaşar peyniri partisi” bile düzenleyeceğiz…

Merak etmişsinizdir, anlatayım:
Tarihin kaydetmiş olduğu en muhteşem mecmua faresi Nigi Aga, bu hafta, belalısı Türkiye Çocuk Dergisi’ni feci şekilde atlatmayı kafasına koymuştu. Öyle bir iki gün önceden değil, bütün bilgileri altı yedi gün önceden elde etmeye niyetlenmişti… Öyle yaptı böyle yaptı ve başardı da sonunda.
Hatta bu işin bu hafta çok da kolay olduğunu söyledi. Bütün bilgi ve belgeleri araklamış olarak geldiğinde dedi ki:
“Beylerr, işte herkes görsün; alem buysa kral kimmiş… Alın size bu haftanın değil, gelecek haftanın dergisi!..”

Şaşırdık kaldık. Dedik ki; “Yahu, sen bunu nasıl başardın? Onlar dergiyi bir hafta önceden hazırlayamazlar bile…”
“Gördüm, dedi Nigi. Hazırladılar…”
Hazırlamışlar da hakikatten. Hazırlamışlar ama, başlarına ne geleceğini de bildiklerinden, değil bir farenin; cinlerin bile aklına gelmeyen bir tuzak kurmuşlar… Bilerek, isteyerek ve kasten; bir önceki sayı ile bir sonraki sayının üzerindeki tarihleri değiştirmişler…
Zavallı Nigi de sekiz gün sonra piyasaya çıkacak dergi diye, önceki gün satışa sunulan Türkiye Çocuk Dergisi’nin dokümanlarını çalıp getirmiş…
Eh, ne yapalım… Her zaman Nigi pilav yemez. Bu hafta da bir iki gün rötarlı olarak açıyoruz derginin konularını dosta düşmana karşı…
Bunun intikamının bir gün mutlaka alınacağını da hatırlatarak.

Konular da konu olsa hani… Ha sobanın borusu, ha Türkiye Çocuk Dergisi’nin konusu… Almayın şunu bee, inadına almayın ki, koskoca Nigi’mizin gururuyla oynamanın ne demek olduğunu anlasınlar…
Dergi; şiddetin, çocukların ve gençlerin ruhsal dengelerini bozduğu konusuyla başlıyor… (Bakın, bunlar daha yeni anlamış!..) Bizim adam Saffet, Yanlışgillerde hediye dağıtıyor… (Birer tane leblebi mi veriyor kimbilir!..) Yeşilay’ın önemi… (Yeşil paketli Salem sigarasını tanıtıyorlar haralde!..) Suyun inanılmaz öyküsü… (Ağzımızdan girip… çıkıncaya kadar olan hikayedir belki de!..) Haa, iyi bi konu; F.B.li Abdullah ile özel röportaj…(Bunu ellemeyin, Nigi de Fenerbahçeli ya…) Geçen yüzyıldaki teknolojik gelişmeler… (Nigi’nin dedesini yakalayan fare kapanının resmini de yayınlarlar belki de!..)
Ardından da bir kaç konu daha işte…
Siz bırakın Türkiye Çocuk mürkiye çocuk kovalamayı da, Nigi’yi bulmaya çalışın. Onun geçebileceği yerlere salam, kaşar peyniri falan koyun ki, açlıktan sefil olmasın zavallı.
Ah bu zalimler… Zavallı Nigi’nin başına neler getirdiler…

Stop
Muammer Erkul
28 Şubat 2000 Pazartesi

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir