Misal veriyorum: Birine “göz önünde burnunu karıştırma” desen, der ki;
“Yoksa beni beğenmiyor musun?..”
Ardından da kendisinin ne kadar iyi biri olduğunu, ne güzel işler yaptığını, ne soylu bir aileden geldiğini saymaya başlar diliyle veya zihniyle!..
Sen olsan ne cevap verirsin şimdi buna? Veya “oldun” işte, haydi cevap ver!..
Şu an sırası mı yaptığın işlerin veya bu konunun diğer özelliklerinle ne alakası var?..
Taksi şoförüne diyorsun ki: “Bu kadar sert fren yapmasana!” Şöyle dikleniyor sana:
“Yoksa beni beğenmiyor musun? Benim köyde tarlalarım bahçelerim bile var!”
Üstelik itiraz etsen saplamaya hazır! Yani birinin hatasını kabul ettirmek için dirensen; yaşadığın bunca hayat ve tecrübe, okuduğun bunca okul ve kitap, sağlıklı tutmak için bunca çabaladığın bedenin ve kanın, karanlık bir köşeye dökülüp bırakılıverecek!..
Hadi “sanki” diyeyim de, şu cümle yumuşasın bari biraz!
Kış uykusundan zamansız uyanmış kıllı bir mahlûk yaşatıyoruz sanki içimizde!
Bazılarının bedeni içinde o kadar büyümüş, irileşmiş oluyor ki bu hayvan; ağızlarını açtıklarında onun sivri dişleri, gözlerini büyüttüklerinde onun kanlı bakışları görülüyor sanki, tenleri içine “kafeslenmiş” canavarın!
Hani nefsi gözle görülmezdi insanın!..
Ne zamanlara kaldık; kuzuların bile içinde kurtlar yaşıyor!
Şimdi bana “Böyle yazma, bu üslup sana yakışmıyor” desen, ben sana “kendine bak” mı demeliyim?..
Biri çeşmeden su taşıyor evine. Fakat kovasının altı delik, görüyorsun. Söylüyorsun, gösteriyorsun ama kızıyor sana, sövmüşsün gibi!.. Deliği kontrol edip tıkayacağı yerde, senin ense tıraşından, elbisenin yakışmadığından, hükümet politikalarından, iklimlerin değiştiğinden ve alakası olmayan her şeyden bahsediyor!
Kibir;
Peki diyememektir!
“Yoksa beni beğenmiyor musun? Benim sanayide iki dükkanım var!”, “Yoksa beni beğenmiyor musun? Benim bankada param var!”, “Yoksa beni beğenmiyor musun? Ben senden güzelim!”, “Yoksa beni beğenmiyor musun?..”
Senin de benim de, beğenilip beğenilmediğimiz; bizler yeryüzünde debelenirken belli olmaz ki. Ömür bittikten sonra kalan ne ise; odur ölçülen, tartılan!
Seni beğenmek; yanlış yapmaya devam etmeni görmezden gelmek midir?
Veya yanlışını beğenmemiş olmak, seni beğenmemek anlamına mı gelir?
Bu tartışmalar aslında güvene layık görememe vehmidir. Benzeri didişmeler; küçük çocukların adım atma çabalarına benzeyen; “peki” diyebilme mücadeleleridir! Hatta bu ayak diremeler esnasında çoraplarımız çıkıverse, sanki kıllı ayakları görünür içimizdeki canavarın!
Gelelim şimdi günün “sağlama/test” bölümüne: Aynı konu sana kaç kere söylenmiş, ne kadar uyarılmışsın? Kendine fısılda artık buradan sonrasını…
Aynı şey için 3 defa uyarıldınsa dalgınsın… Bu sayı 5 ise ihmalkârsın… 10’a kadarsa, söylenenleri umursamadığın için şuuraltın uyarıları siliyor… 10’dan fazla ise; herhangi birinin sana söz söylemesini kabul edemeyecek kadar kibirlisin!..
Eğer böyle ise, bil ki; kibir tehlikeli bir hastalıktır!
Ve yine bil ki; sana on kere söylenmiş olan uyarılar, bunları düzeltmediğin sürece yüz kere daha tekrarlanacaktır!
…..
(Bunların edebiyatla ilgisinin ne olduğunu merak edenler için not: Edebiyat, “çalkantı” da demektir aynı zamanda!)
Stop
Muammer Erkul
22 Şubat 2007 Perşembe