Beni seviyon mu?..
-Hiiiii!.. Gerçek mi bu? Be, beni, beni seviyor musun?.. Şeyy, yani beni seviyorsun değil mi?.. Beni mi seviyorsun, inanamıyorum; beni seviyor musun?..
– …
– Huuu!.. Ne deyyoon? Beni mi seviyon?.. Essah mıı?..
– Heee…
Aşağıdaki satırların yakında, internet vasıtasıyla girmediği ev ve işyeri kalmayacak. Biz onlardan evvel davranıp “Seni seviyorum”un cevaplarına bir göz atalım mı hep birlikte?..
Tamam mı, anlaştık mı?..
– Seni seviyorum.
– Teoride mi, pratikte mi?
– Seni seviyorum.
– Anlaşıldı, tamam…
– Seni seviyorum.
– Ne güzel.. Seninle beraber, beni seven iki kişi olduk böylece…
– Seni seviyorum.
– Havalardandır, bana da oluyor bazen…
– Seni seviyorum.
– Ruh olarak mı?..
– Seni seviyorum.
– Neden? Bende benim bilmediğim birşeyler mi gördün?..
– Seni seviyorum.
– Çok hoş… Peki başka ne gibi hünerlerin var?
– Seni seviyorum.
– Beni bu işlere karıştırma ne olur…
– Seni seviyorum.
– Seni seviyorum.
– Üzülme, zamanla geçer.
– Seni seviyorum.
– Yorum yok.
– Seni seviyorum.
– Hadi ya, çok ilginç… Ee, sonra?..
– Seni seviyorum.
– Ben de seni seviyorum. Ödeştik!..
– Seni seviyorum.
– Bu yeni parola mı? Peki ben ne diyeceğim şimdi?..
– Seni seviyorum.
– Hayır, izin vermiyorum… Bugün beni seven yarın kediyi, köpeği de sever, ben ciddi bir insanım!..
– Seni seviyorum.
– Teşekkür ederim… Bu benim için büyük bir şeref… Sevgine layık olmaya çalışacağım, büyüklerimi sevip, küçüklerimi koruyacağım.
– Seni seviyorum.
– Blöfünü görüyorum, rest!
– Seni seviyorum.
– Hemen soyun o zaman…
– Seni seviyorum.
– Gücün bana mı yetiyooo, akranlarını sevsene.
– Seni seviyorum.
– Bu neye cevap olacak sence, yani neyi çözecek?
– Seni seviyorum.
– Güzel… Peki başka çeşidin veya şuben var mı?..
– Seni seviyorum.
– Allah razı olsun…
– Seni seviyorum.
– Sen uçmuşsun, ben artık ne desem boş.
– Seni seviyorum.
– Seni seviyorum.
– “Seni seviyorum”una ekleyeceğin yeni ve ilginç birşeyin yoksa artık evlerimize dağılalım…
– Seni seviyorum.
– Beni sevmek demek, beni görmek demek değildir. Bu fani vücudum elbet birgün toprak olacaktır, fakat sevgin ilelebet payidar kalacaktır…
– Seni seviyorum.
– İyi de bunun sosyal güvencesi, sigortası falan var mı?
– Seni seviyorum.
– O vakit Tema Vakfı’nı dinle, ağaç dik de Türkiye çöl olmasın. Gülen yüzün gül yanağın solmasın…
– Seni seviyorum.
– Ömrünü, enerjini daha faydalı işler için harcasana be canım…
– Seni seviyorum.
– Hayatının bütün yıllarında izinden gitmiş olduğu doğal liderini bile, bilmemkaçıncı Milliyetçi Cephe hükümetine “Başbakan” sıfatıyla kaptırmış bir sosyal demokrat olarak lütfen beni acılarımla başbaşa bırak…
– Seni seviyorum.
– Ya da başka bir deyişle kendini Leyla, beni de Mecnun sanıyorsun, öyle mi?..
– Seni seviyorum.
– Banu’da olanlar bende yok ama…
– Seni seviyorum.
– Elinden başka bi halt gelmez ki zaten.
– Seni seviyorum.
– Ve utanmadan bir de bunu yüzüme karşı söylüyorsun ha, yıkıl karşımdan!!!
– Seni seviyorum.
– Madem beni seviyorsun, doldurman için burayı (………….) da sana bırakıyorum. Bu kıyağımı da hiç unutma, olur mu?..
———————————————————
Tozlu defter
(Gölcük kaç yaşındaydı kim bilir… Ama Elif Akan ve Tuğba Kahyaoğlu onyedi yaşındaydı 17 Ağustos 1999 gecesi… Çok şeylerini yitirdiler o gece, çok şeylerini… Bir umutları kaldı yanlarında, bir de toza bulanmış defterleri…)
Bir fotoğraf var önümde 7 ay öncesinden. Arkadaşlarımlayım. Mutluyum, gülümsüyorum. Yanaklarım al, gözlerim parlak, saçlarım gür, yüreğim gibi dalgalı. Ne kadar habersizim fotoğrafta “hayat neymiş ne olacakmış.” Gülmek kolaymış o zaman. Şimdi zor gülüyorum ama gözlerim gülmüyor. Bakıyorum ama göremiyorum. Duyuyorum söylediklerini ama anlayamıyorum.
Ne kadar güzel çıkmışım fotoğrafta, gözlerimin altı çökük değilmiş bu kadar. Ne güzel gülmüşüm! Acaba neymiş beni böyle güldüren?..Kolumda çok sevdiğim saatim. Yine lacivertler giymişim. Ben lacivert severim ya!.. Beyaz ayakkabılarımı da özlemişim. Yoklar, olsun vardılar ya, hiç olmaya da bilirdiler…
Gülemiyorum, ağlayamıyorum da. Hiç bir şey yapamıyorum. Eski şarkılarla, resimlerle eskiye gidemiyorum, yetmiyor. Bilmiyorum şu anda hiçbirşey… Bir bitki gibi yaşıyorum işte.
30 Ocak 2000/Tuğba
“Var”la “yok” arasında/öyle ince bir çizgideyim ki./cılız bir dalı dahi oynatacak/kadar az da esse rüzgar/dayanamamaktan korkuyorum/”yokluğa” sürüklenmekten… Sığınıp birşeylerin ardına/uzak kalmak istiyorum/dünyanın kargaşasından./karşılığı olmadan/beklentilere cevap bulmadan/umutların yıkılışını görmeden/yaşamak istiyorum… Bir kelebeğin hayatı/kadar sürsün istiyorum acılar/ve bir çınarınki kadar/uzun olsun mutluluklar.
Elif
Gönül isterdi ki/sadece şahit olmakla yetinebildiğimiz/yaşantılarımıza müdahale hakkımız olsa/durmadan yontulan değer yargılarımızın/kırıklarını toplamak zorunda kalmasak/her bozgunun ardından./ifade özgürlüğümüzü kullanabilsek/sonuna kadar inadına/gözlerimizi kapatıp/hayal kurmaya niyetlenince/kâbuslar alıp götürmese/dur diyebilsek alışılmışlıklara.
Bağlanmak kadar kolaysa kopmak/dünya böyle kirliyken böyle yalan/öncesi var mıydı diye düşündükçe/sonrasından korkar oldum…
Gönül isterdi ki;/vazgeçebilmek boyun eğmelerden/tadına varabilmek/için dışına çıkana kadar ağlamanın/yaşamanın doyasıya/isyanım kalemimin ucunda/kalemim içimi yansıtıyor bu sıra..
24 Aralık 99/Elif
DEVAM EDECEK
Stop
Muammer Erkul
28 Ağustos 2000 Pazartesi