Benim okuyucum kimdir?
Benim okuyucum; görünen organlarının haricinde, kendi mevcudiyetini bir kalp ve bir yürekle süslemiş kişidir en başta…
Benim okuyucum “dünleri sadece bir tecrübe” bilip, bugün “yarınlarımız için” yürüyen kişidir.
Benim okuyucum kendisini de beni de “ben” bilmeyip, hepimizi birden “BİZ” bilen kişidir…
Ama bunun yanında “biz”i var kılacak unsurun da, fert fert “benler” olduğunu idrak eden kişidir.
Benim okuyucum aşığın da maşuğun da “doğru adresini” bilen kişidir.
Benim okuyucum “kendi köşesi”ni; sabahları “kendisini gördüğü bir ayna” olarak düşünen, ama aynı zamanda da bu aynada “binlerce yüzü daha” görebilen kişidir.
Benim okuyucum hasetlerle, öfkelerle, nefretlerle ötelere gidilemeyeceğini bilen kişidir.
Yani benim okuyucum ufukları kovalayan kişidir ve “her işin başı sevgi”, her başarının öncesininse “çaba” olduğunu hisseden-anlayan kişidir.
Benim okuyucum; millî ve mânevî değerlerini korumaya çalışan kişidir…
Benim okuyucum sabrı bilen, vefayı bilen ve hoşgörüyü bilen kişidir.
Benim okuyucum; “yaratmak”, “icat”, “mucize”, “keramet”, gibi hassas kelimelerin aslî mânâlarını içen, ve kendi köşesinde bu gibi ifadelerin (kendi anlamları dışında ahmakça) kullanılmayacağını bilen ve üstelik “hayat” hayattayken “yaşam”, “ihtimal” ihtimal dahilindeyken “olasılık”…
… “zorluk, sıkıntı, problem, eziyet, sıkışıklık, karışıklık, çözümsüzlük, karmaşa, hüzün, efkar, dert, engel…” ve bunlara benzer bilmem kaç tane ifadeyi kabız eden “sorun” gibi ıssız ve kel adacıklara sığınmak aczinde ısrar etmeyen kişidir.
Benim okuyucum; kendi dilinin çok güzel bir lisan olduğunu ve eğer kendisinin de ısrarla “kendi dilini” kullanmaya devam ettiği takdirde, bu millet tarafından, yine aynı güzel lisanın, günün birinde bir mücevher gibi keşfedilip kullanılacağını bilen ve o günü özleyen kişidir…
Benim okuyucum hüküm koymayı değil, soru sormayı ve bütün cevapların ise soruların ardında olduğunu bilen kişidir.
Benim okuyucum “annadın mı” değil, “Anlatabildim mi?” diyebilmeyi öğrenen kişidir.
Benim okuyucum “öğrenmenin erdemini” idrak eden kişidir.
Yani işin özeti, benim okuyucum; madde ve mânâ olarak kendisinin “bu ülke ve dünya için bir gelecek ve bir insan nümûnesi” olduğunu bilen, hisseden ve tavrını-tutumunu bu uğurda belirleyen ve yine aynı istikamete doğru yürüyen ve de peşisıra gelmeyi seçenlerin de elinden tutmayı ihmal etmeyen kişidir…
Benim okuyucum; sözün başında dediğimiz gibi, sözünün ve nefesinin sonuna kadar da; görünen organlarının haricinde, kendi mevcudiyetini bir kalp ve bir yürekle süslemeyi seçen…
“…HERŞEYİN BAŞI SEVGİ” diyen kişidir.
——————————————————–
Açık Dilekçe
Görmediğim bir bambaşka durum var
Sizin şehrin kızlarında savcı bey
Yaklaşanı ta yürekten vururlar
Kan kokuyor gözlerinde savcı bey
Gayeleri gönül kırmak dal gibi
Bakışları çifte favül bal gibi
Ülkeler fethetmiş bir kral gibi
Gurur dolu pozlarında savcı bey
Kaş yaparken, göz çıkarır elleri;
Çok silahtan tesirlidir dilleri
Hayret ettim, bir tuhaf ki halleri
Poyraz eser yüzlerinde savcı bey
Derviş olup çıktım tığsız, tebersiz
İlk görüşte avladılar habersiz
Pişirdiler beni tuzsuz, bibersiz
Kebap oldum közlerinde savcı bey
Bölüştüler gönlüm ile aklımı
Davacıyım, ara benim hakkımı…
Bir yol göster, haklı mıyım, haksız mı?
Yorulmayın izlerinde savcı bey.
Abdurrahim Karakoç
Mektup
Saygıdeğer Muammer Ağabey, size diğer e-mail gönderenler gibi, ben de küçüklüğümde sizin sayfanızın müptelası idim. Ama, sizin yazdıklarınızı o zamanlar anlayamadığımdan Çetin’in maceralarını takip eder, acaba yarın ne yapacak bu yaramaz çocuk diye merakla beklerdim. Ama şu anda, küçüklüğümde yazdığınız yazıları sakladığımdan (aslında Çetin’in maceralarını saklamıştım bütün sayfayı sakladığımdan sizin yazılarınız da birikmiş bu arada) çıkarıp tekrar tekrar okuyorum ve anlamaya çalışıyorum. Ama arada hâlâ anlayamadıklarım da olmuyor değil bu yazıların içinde; herhalde daha ruh halim tekamül etmedi ki anlayamıyorum diye geçiriyorum. Yazarlığın güzelliği de burada herhalde, yani her yazdığınız anlaşılsa idi zaten işin esrarı kalmazdı.
Bence bazı yerler kapalı kalmalı ki okuyucu bu kapalı yerlerde kendini bulsun veya yorum yapma hakkı doğsun. Muammer abi aslında yazacak çok şey var ama bu tanışma faslında fazla kafanı ağrıtmak istemem sonra benden çabuk bıkarsın ama sen bıkmazsın çünkü sen bizim herşeyimiz olduğun gibi biz de senin herşeyiniz dimi…
Aslında sana bu e-maili hem tanışma amaçlı hem de evde “Şu şiirimi Muammer abiye gönderseneee!” Diye başımın etini yiyen kardeşimin; şiirini yollamak için yazdım. Şiiri sana yolluyorum yayınlanması umudu ile…
Mustafa Tuğrul Ünlü
Onsekiz Mart günü
Yunan geldi Onikiada’ya,
Gemiler kaldı yarıyolda.
Rus çarları keyif çatmak için,
Saldırdı Çanakkale’yi geçmek için.
Cahil Fransız ne bilsin?
Çanakkale’nin geçilemeyeceğini.
Tekbir sedaları ile inledi yer gök.
Çanakkale geçilmez diye haykıran çok!
Fransız zırhlıları çattı Çanakkale’ye,
Buldular belalarını Türklerin elinde.
İngiliz aldı dersini çekildi geriye.
Türk’ün sesiyle inledi yer gök,
Çanakkale geçilmez diye.
Şehitlik aşkıyla yanan Türk ordusu…
Atıldı düşmanın üzerine, kartal yavrusu.
Nice giden canlar, şehit olanlar,
Her zaman ve heryerde Çanakkale’yi koruyanlar…
Nedim Ünlü
E-mail’le gelen düzeltme
Merhabalarrr; Ben Konya’dan devamlı olarak seni izliyorum (evime anten taktırdım da)… Yazıların güzel, çirkin(!) olanlar da var elbet. Yalnız bugün yayınlamış olduğun Monna Rosa’da belirtilen kişi intihar etmemiştir. Bir hastalığından dolayı Allah’ın rahmetine kavuşmuştur. Bu şiiri gönderen arkadaşa teşekkürler, yalnız notu o yazdıysa olmamış, sen yazdıysan da olmamış. Ama yine de teşekkürler bizlere Sezai Karakoç’un güzelim şiirini tattırdığın için. Diyecek başka lafım yok, vesselam.
Allah’a emanet olunuz…
Gülnihâl Ümit
Stop
Muammer Erkul
28 Mart 2000 Salı