Savrulan bir efkâr dolandığında boynuna… Ve boğacak gibi olduğunda seni; bir avuç fesleğen kokusunu al, yüzünü "yıka…"
Fesleğen; anne kokar…
Anneler, toprak…
Ve gözyaşıyla ıslanan topraksa; fesleğen kokar!..
Fesleğenim, bir avuç kaldı tam… Küçücük saksısının içinde "tütüyor"; küçücük yüreğim gibi!..
Anneler, işte bunun için anneye kokar; her annenin göğsünde bir yürek olduğu için… Yürek; kıpırtıdır, sıcacık anne kokusu yayan!..
– Anne!..
Ben büyümedim ki;
Seni çok özledim!..
Öperken bir damla düşürsem fesleğenimin yaprağına; kulaklar sağır olur… Sessizliğin bu derinliği, korkunç gürültülü!..
Bir yavru kedim vardı, beni annesi bilen… Uyurken birdenbire özler ve ta göğsünden bir ses çıkartarak üstüme atlardı… Fesleğen gibi avuçlardım onu, parmaklarımı tüylerinin arasında gezdirirdim… Kucağımda uyurken aniden özlese omuzuma tırmanır, boynumda uyurken ansızın özlese; burnuyla, sanki saçlarımın arasından "içime" girecek bir delik arardı!.. Her özlediğinde hep duyardım göğsünden gelen o derin sesi…
Ve o, bir gün, ezildi; bir arabanın altında…
Şimdi "ben" Mırcan’ı çok özledim!..
Teyzeme sık sık uğrarım. Bana bakıp ablasını hatırlasın, annemi hatırladıkça da ağlasın diye değil, ama çoğu zaman böyle olur…
Pencere önündeki küçük bahçesinde, bir sıra teneke kutu içinde akıl almaz biberler yetiştirmiş!.. Sonunda dayanamayıp iki tanesini aldım ve balkonu mahvetme pahasına bu tenekeleri yere döküp; en güzellerinden orta boy yeni bir saksıya bütün biberleri diktim… En uzunu saksı kenarından bir karış yüksek bu yedi sekiz kökte, en irisi güvercin gagası büyüklüğünde elliye yakın biber ve henüz yeni açmış çiçekler var…
Hâlâ söylemediğim en büyük özelliğiyse ne, biliyor musunuz?
İnanın ki; her daldaki her biber ayrı renk!.. Beyaz çiçeği içinden, yeşile çalan limon sarısı bir minik biber büyüyüp, hayret edilecek farklı farklı renklere boyanıyor… Sarı veya eflatun olanı var, tam patlıcan moru olanı var, kurşun grisiyle krem rengi olanı var, bayrak kırmızı olanı var, İstanbul hurması rengi olanı var…
Hayal etsenize; yeşil yaprakların arasında; altın bir yüzüğün üzerine konacak kadar zarif, beş yapraklı beyaz bir çiçek, mandalina rengi bir biber ve patlıcan rengi bir başka biber aynı sapta!..
Sanırım bu biber güneşlendirildiği, yıkandığı, yani ilk defa böyle "saksı çiçeği muamelesi" gördüğünden biraz şaşkın! (Şu an da masamın köşesinden bilgisayar ekranını okuyor!..)
Ben bu biberi kendime benzetiyorum… Bir biberin bir insana neden bu kadar benzediğini biliyor musunuz?.. Çünkü aynı anda, aynı sapta pek çok renk bulunduruyor; bemmbeyaz, kıppkırmızı, yemyeşil… Sapsarı, mor ve turuncu…
Ve bazen hayyret ediyorum şu bibere!..
Bu kadar güzel ve parlak ve bakımlı göründüğü halde; nasıl oluyor da, böylesi bir acıyı içinde bulunduruyor?..
Stop
Muammer Erkul
17 Kasım 2002 Pazar