Bomba
Az sonra Mehmet’i kumanda kabinine çağıran kaptanpilot diyor ki;“O hanım uçakta bomba olduğunu söylüyor!.. Onun yanında otursanız da durumu kontrol altında tutsanız…”
(Dünden devam)
…..
İki güzel hostesin arasında getiriliyor doktor, bahsedilen kadının yanına…
“Merhaba” diyor… Kadın, endişe dolu bakışlarla bakıyor kendisine. “Yanınıza oturabilir miyim” diye izin isteyip ilişiyor koltuğa.
“Ben doktorum, diyor Mehmet. Huzursuzsunuz, sebebini öğrenebilir miyim?”
“Uçakta bomba var!..”
O günlerde de buna benzer olaylar sık sık haberlerde konu ediliyor zaten… Bizimki bakıyor, kadında hakiki bir PKK’lı suratı da var. Kendi muayenehanesi olsa kaçacak çok yer var, ama bizimki o sırada sükuneti korumak zorunda…
“Hmm, demek öyle, diyor… Peki ne zaman patlayacağını biliyor musunuz?”
“Her an patlayabilir.”
“Yaa!.. Demek her an patlayabilir?
Kafasını sallıyor kadın.
“Hmm, peki biliyor musunuz bombanın nerde olduğunu?”
“Evet, biliyorum.”
“Buraya yakın mı? Diye soruyor Mehmet. Mesela bana kaç metre uzaklıkta?..”
“Onbeş santim…” Diyor kadın.
O sırada galiba Kazıklı Voyvoda’nın memleketinin üzerinde uçmaktalar!.. Bizim doktorun vücudundan paldır küldür ter taneleri yuvarlanıyor bir yerlerine doğru!.. Oturduğu koltuk batıyor şimdi ona. Şu uçağın motorları neden daha hızlı çalışmıyor ki?.. Aklına kaç kilometre yukarılarda oldukları falan geliyor. Yerdeki bir bomba ile parçalanmak mı, yoksa uçaktaki bir bomba ile parçalanmak mı daha kötü, onu düşünüyor…
Aklını topluyor yeniden, sakin sakin soruyor…
“Hmm, demek öyle… Peki nerde bu bomba, söyler misiniz?”
“Karnımda” cevabını alıyor.
…..
Mehmet terlemiş ve soluk soluğa şimdi… Kadının gözlerindeyse korku ve endişe hakim… Ama haklı olarak dayanamıyor artık çocuk, ve “karnımda” lafını duyar duymaz, zaten onbeş santim yanında oturan şüphelinin üzerine çullanıyor.
“Dur, mur” diyor kadın ama, o bir an evvel bombayı bulup çıkarmak ve bütün yolcuların hayatını kurtarmak istiyor…
“Çek şu ellerini kadının üzerinden, ahlaksız herif!..”
Öylece, elleri kadının göbeğinde olduğu halde, alnından terler süzülürken yukarıya bakıyor… Tepesinde, kara kaytan bıyıklı bir Türk…
“Bidakka ya, diyor nefes nefese…
Zannettiğin gibi değil.”
“Ne, zannettiğim gibi değil? Ben seni yarım saattir izliyorum. Dağ başı mı be burası?..”
…..
Adam, tam bizimkinin kırık omuzundan tutup kaldıracak ve terli suratına balyoz gibi yumruğunu indirecekken, güzel gözlü bir hostes yetişiyor ve onun gözlerinin içine bakarak;
“Benimle gelir misiniz, lütfen” diyerek doktoru kurtarıyor…
Aynı anda, bizim zavallının yanında oturan kadın da;
“Boşuna uğraşıyorsun” diyor Mehmet’e.
Bomba içimde. Karnımın içinde… İşte o yüzden bir an evvel aşağı inmemiz lazım.”
Doktor o an “ishal” olmadığına şükretmekte!
Personelden ve kendisinden başka hiç kimsenin durumdan haberi yok. Bir uçak dolusu insan, başlarında (daha doğrusu altlarında) gezinen kara bulutlardan habersiz yolculuk etmekte…
…Ve nihayet, İstanbul gözüküyor.
Uçak, açıkta bir yerlere çekiliyor. Yolcular dikkatle indirilip sıkı bir kontrolden geçiriliyor ve güvenlik kuvvetleri de alıp götürüyorlar kadını…
Mehmet kırık kolunu unutuyor, öpeceği toprağı unutuyor ve havaalanından bir taksiye atlayıp;
“Ben doktorum ve ameliyatım var, diyor sürücüye. İkiyüzyirmiyle gideceksin ve beni Koşuyolu’na yetiştireceksin… Onbeş dakikada orda olamazsan hasta ölür ve ben de seni öldürürüm.
Tamam mı?..”
Durumun ciddi olduğunu hisseden şoför; “Tamam abi” deyip öyle bir köklüyor ki gazı, neredeyse arabanın içinde saçları savruluyor! İstanbul trafiğinde hiçbir araba onbeş dakikada Yeşilköy’le Koşuyolu arasındaki 50, 60 kilometre yolu katedemez. Onlar da varamıyorlar onbeş dakikada ama, bizimki bir an evvel kurtulmuş oluyor bu kâbustan.
…..
İnerken, adam soruyor doktora:
“Hayatımızı koyduk ortaya abi… Evde mi ameliyata gireceksin?”
Bir hışım dönüyor Mehmet;
“Sana ne…” Diye bağırıyor. Ve yukarı çıkıp çocuklarına sımsıkı sarılıyor.
…..
“Kolun hâlâ kırık mı?” Diye sordu Hasan.
“Kırık aslında. Dıştan küçük bir parçaymış kırılan. Şöyle yapınca ağrıyor ama, boşverdim. Pek mühim bir nokta olmadığı için de ameliyat olmak işime gelmedi.”
Aa, şimdi aklıma geldi; hâlâ bir günlük hikayeleri anlatıyorum farkında mısınız? Ben kaptırmış gidiyorum da sıkılan oldu mu aranızda?
Ama Dr. Mehmet (herhalde geri dönmeyelim diye) bizi aşağı indirip, otoparka kadar geldiğinde saat geceyarısını geçmişti.
Arkamızdan el sallayarak, yakmağa çalıştığı piposuyla, karanlığın içinde kocaman bir ateşböceği gibi kaldı…
“Kendi sigara içmiyor ya, o yüzden bize ve hastalarına sigara yasağı koymaya çalışıyor… Pipo içmeye başlayalım mı biz de?
“Olmaz, iflas ederiz?”
“Neden ki?”
“Baksana o hep aynı pipoyu içip duruyor. Bizi kesmez. Günde bir paket pipo tüketsek, dünyanın parası yapar ayda!..”
“Köpeğini götürdüğün sürüde dörtyüzyirmibeş koyun vardı değil mi?..”
…..
Doktor kaldı karanlığın içinde koca bir ateşböceği gibi, ama biz kalmadık, devam ettik Hasan’la.
Araba çarpma uzmanı bu “teneke” (tenekenin sebebini öğreneceksiniz birazdan) adam, öğleden sonra kitaplarına imza attığı sırada Selma’nın getirmiş olduğu (neydi şunların ismi, hani bugünlerde her kaldırımda satılan baygın kokulu, sarıbeyaz..) iki demet çiçekten birini bana verirken;
“Saat onikiyi geçti… Sevgililer günün kutlu olsun bitanem!..” Dedi.
“Ayyyh. Bu seneki kısmetimize de, sevgililer günümü ilk kutlayan kıllı-bıyıklı bir adam düştü!..”
Ve biraz sonra, benim dinlerken arabanın içinde gülmekten takla attığım taze bir lens hikayesini anlattı kii… Sormayın anlatmayayım daha iyi…
——————————————————–
Hangisi
Bütün gücümü kullanarak mı susuyorum, sustuğum için mi düşüyor çenem, hangisi? Sen nereden bileceksin sustuğumda daha çok konuştuğumu? Ve yorulduğunu boğazımın dilimin?..
Aslında, konuşuyor olandan çok, suskun olanın yanında şişiyor kafam; bütün düşünüyor ve konuşuyor olabileceklerini düşünmekten…
Yorma beni.
Seni yormamak için bir iki kelam edeyim dedim.
Saklama yüzünü benden, biliyorum uykusuzluktan halkalandığını gözaltlarının…
Bu aynalar gençlere eder iltifatını. Sonra yavaş yavaş tükenir komplimanları…
Aynalar kadar nankör gözler kimde var? Hiçbir zaman görmek bilmez yüreğindekini.
Sen, seni; aynalara değil bana sor.
Yüreğimin gözlerine sor, biraz evvel sorduğun gibi…
Biliyorum, uykusuzluktan sarardı rengin.
Ben uykusuzken sen de vardın, bütün uykusuzluklarımda olduğun gibi.
Sen uykusuzken ben, hiç uğramadım mı semtine? Hiç haberim olmadı mı benim de? Ya ben çok kötüyüm, ya da?..
Ya da kötü aynalardan farkı yok gözlerinin!
Bilmiyor musun yoksa?
Hiçbir ayna sana benim gibi bakamaz.
Sen bile bakamazsın yüreğim gibi…
Bütün gücümü kullanarak mı susuyorum, sustuğum için mi düşüyor çenem;
Hangisi?..
Sultan Yürük
Mektuplar
Merhaba abi öncelikle sana kendimi tanıtayım. Ben 22 yaşındayım, bilgisayar teknikeriyim, şu an internet cafe işletmekteyim. Bitlis’in Tatvan ilçesinde ikamet etmekteyim ve accayip Muammer Erkul fanatiğiyim. Sanırım bu kadar tanıtım faslı yeter. Cumartesi günü her zaman senin yazılarını merak eden anneme yine senin yazını okuttum. Ne derse beğenirsin; “Keşke, keşke her insan onun gibi düşünebilse, sanırım o zaman ne suç ne enflasyon ne de şu zamannın kötülük dolu insanları kalır.” Annemin sözlerini aynen ilettim işte sana…
Sinan Üstündağ-Bitlis/Tatvan
Merhaba,
Hergün sizin yazılarınızı okumak inanın bizlere büyük mutluluk veriyor. Sanki gazete kağıdına yazılmış bir metni okumuyor da kendimi sizinle sohbet ediyormuş gibi hissediyorum. Tabii ki bu sizin maharetiniz. Lütfen hep bu tarzda devam edin, zaten böyle olacağından da şüphem yok ama öylesine yazayım dedim sadece…
Tunç Güven-Hopa/Artvin
Sevgili Muammer Ağabey, ben sizin tam beş senedir okuyucunuzum, ama size ilk defa yazıyorum. Türkiye Gazetesi ise işyerimize dokuz sene gibi çok uzun bir süredir giriyor. Ama benim bir kayıbım var ki daha önceleri yazılarınızı düzenli olarak takip edememiştim. Şimdi bu yaptığım hatayı telafi etmek için Stop Köşesini ve Muammer Erkul imzalı yazılarınızı çalıştığım yerel radyoda tüm şehre dinletiyorum. Ama benim asıl istediğim sizin eski yazılarınıza ulaşmak. Bunun için Türkiye Gazetesi web sitesini ziyaret ettim ama son iki haftaki yazılarınızın haricinde bir şeye ulaşmayı başaramadım. Bana yardımcı olacağınızı umuyor ve yazılarınızı gazetemizi okuyamayan şanssız kardeşlerimle paylaşmama izin vereceğinizi umuyorum. Sevgilerle sevgili ağabeyim…
Alper Aksu
Cevap: (turkiyegazetesi.com adresinden girdiğin ana sayfanın sohbet&roman bölümünde günlük köşemizi, arşiv&arama bölümünde de ikiyüzelli günlük yazıları bulabilirsin. Yalnız orada onar yazılık 25 sayfa vardır. Sağdaki küçük oklardan diğer sayfalara geçebilirsin.)
Stop
Muammer Erkul
22 Şubat 2000 Salı