Bu minibüs nereye gider?.. [12 Eylül 2001 Çarşamba]

Ben ne o minibüsteydim, ne de gördüm aslında onu… Ama “iyi ki” ben o minibüste değildim, ve yine iyi ki sizler de o yolculardan biri değildiniz… Hatta iyi ki görmedik hadisenin nasıl ve ne şekilde olduğunu… Çünkü sadece “şahitlerin” aktardığı bile yetti bana ki, sanırım sizlere de yetecek!..
………….
İnsanlar durakta beklemekte… Önlerindeki yoldan, yani hafif yokuş aşağı, tıka basa dolu bir minibüs, hiç durmadan hatta yavaşlamadan geçmekte…
Buraya kadar herşey normal sayılabilir, lâkin minibüsten korkunç ciyaklamalar, dehşetli feryatlar yükselmekte… Sanırsınız ki bir kurt ağıldaki koyunların içine dalmış, veya (hadi duruma uygun olsun) bir “kurtadam”, dolu minibüsteki insanların ortasında dişlerini çıkarmış!..
Kadınlar camları tırmalamaya, adamlar pencereleri sökmeye çalışmakta ki; bu panik hali uzaktan bile farkedilmekte… 

Şimdi siz; “E, buraya kadar da normal, çünkü bu anlattıkların zaten bizim her gün şahit olduğumuz bir durum”, diyecekseniz demeyin… Niye? Çünkü bu minibüsün ardından orta yaşta, hafif göbekli, kırçıl bıyıklı bir de adam koşmakta ki, ne koşmak!.. Zavallı sanki bu minibüsü kaçırdığında işinden kovulacak da çoluğu çocuğu günlerce aç kalacak gibi… Bir yandan canı pahasına koşup, avaz avaz da bağırarak minibüsü yakalamaya çalışmakta…
Buraya kadar da normalse sizin için, sıkı durun şimdi…
Şu korkulu yolcuları taşıyıp gittikçe de hızlanan minibüsün ardından koşan adam kim, haberiniz var mı? Yok! Öyleyse dinleyin:
O adam, minibüsün şo-fö-rü!..
İyi mi?..
Var mı hâlâ; “Bu da normal” diyen?..
Meğer minibüsün kaptanı araba hareket halindeyken, solundaki şoför kapısını açıp yola sümkürmeye başlamış, ve dengesini kaybedip aşağı yuvarlanmış!.. 

Şimdiii; hani ilkokul dergilerimizde bulmacalar olurdu da, hataları bulmaya çalışırdık ya… Siz de bulun bakalım bu hadisedeki yanlışları; ama eğer önce doğru düzgün bir yan bulabilirseniz!..

Bir tavsiye…
Beyler!.. Size bugün bir tavsiyem var:
HANIMLARINIZIN SÖZÜNÜ DİNLEYİN..
Çünkü hanımlar size “yanlış söz”
söy-le-ye-meez!..
Yo, kafama saksı filan düşmedi tabii ki…
Ne zaman vardım bu hükme, biliyor musunuz? Geçen yaz. Hani anlatmıştım ya; gözümü ve burnumu kapatan deniz gözlüğümü takıp soğan doğramaya… Bir gün patatesi çok, bir gün fasülyesi çok, bir gün patlıcanı çok ama hep “türlü” pişirmeye başladığım… Yani mutfakla “tanıştığım” zaman!..
…..
Mutfak demek; yemek demek, yemek demek; ocak demek, ocak demek; ateş demek!.. Ateş demek!.. Ateş!.. 

Bir insan, her gün ateşin karşısına geçip, ocak üstünde, fırın içinde, tava kenarında defalarca, defalarca ateşi hissediyorsa teninde; nasıl olur da günah işleyebilir?..
Söylesenize?..
Ateşe bu kadar yakın olan kişi günah işleyemez de; günah işlemeyen biri size yanlış söz söyleyebilir mi? 

Beyler!..
Ateş her an, kendilerine parmaklarının ucu kadar yakın duran hanımlarınızın sözünü iyi dinleyin;
Çünkü onlar “ateşe dokunurken” günah işleyemez…
Ve hem kendileri için, hem de sizin için iyi olmayan şeyler söyleyemez… Ben bundan eminim.
…..
Ama sizler emin değilseniz, mutfağa girip yemek pişirin;
İlk yanışınızda ne dediğimi anlayacaksınız!..

Stop
Muammer Erkul
12 Eylül 2001 Çarşamba

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir