Çünkü annem bedavaydı(!)
Evlat doğurmuş bir anne gördünüz mü hiç oralarda… Yahut anneden doğmuş bir evlat?..
Anneler yavrularının kendilerine en fazla muhtaç olduklarını hissettikleri zaman onların yanındaydılar zaten…
Sonra büyük bir “kopuş” peydahlandı hiç yoktan!
Ardından;
Yavruların onlara en fazla ihtiyaç duyduğu zaman geldi ki; onlar artık başka uzaktaydılar…
Bir evlat şunu bilmeden yaşar;
Onlar varken ihtiyacı duyulmaz;
Ama havasız kalan bir insana sor bakalım, nefes almak ne imiş?..
Anneler sadece annelik yapar.
Anneler, anlaşılmak için uğraşmazlar…
Ama anneleri anlamak için zaman gerekir…
Annelik; ancak evlat sahibi olanların anlayabileceği bir duygudur.
Annelerin kıymetinin hiç bir zaman anlaşılabileceğine inanmıyorum ben.
Çünkü annelerimiz “olmadı” hiç…
Bizler hiç “anne sahibi” olmadık;
Bu duyguyu yaşamadık…
Annelerin tamamı evlat sahibi olmayı hissetti… Ama hiçbir evlat anne sahibi olmayı tanımadı!..
Hepimiz bir anneden doğduk, ama hiçbirimiz bir anne “doğurmadık!”
Toplarımız oldu, misketlerimiz oldu, plastik bebeklerimiz oldu, bisikletlerimiz oldu, diplomalarımız oldu, işlerimiz oldu, işyerlerimiz oldu, arabalarımız oldu, evlerimiz oldu…
…Ama, annelerimiz olmadı.
Çünkü annelerimiz “vardı” zeten…
Zaten, önce annelerimiz vardı…
Biz onlara sahiptik… Ve biz ardından olduk, yani sonradan doğduk!..
Sahip olduğumuz misket elbette daha değerliydi “zaten var” olan annemizden!..
Sahip olduğumuz her şey, sahip olacağımız her şey, sahip olmak istediğimiz her şey…
…hep,
…daha ön plandaydı zaten,
“zaten var” olandan,
değil mi?..
Ve annelerimize “kendimizden bile önce” sahip değil miydik!..
Hiçbirimiz bir anneye sahip olma, bir anne bulma, bir anne alma heyecanını tanımadı…
Bizim annelerimiz vardı,
Ardından biz olduk.
Biz bir anneye sahip olmadık…
Annelerimizin bizi “sahip” bilmelerinin ardından biz “anne sahibi” olduk…
Ve bundan sonra ne oldu biliyor musunuz;
Her istemeden ele geçirdiğimiz, her bedel ödemeden sahip olduğumuz, her kazanırken canımızın acımadığı varlık gibi onların da kıymetini bilemedik… Çünkü hepimiz bir bedel ödemeden anne sahibi olduk… Çünkü bu anneler her birimize bedava geldi!..
Netice:
Malum, dün annelerin günüydü…
Şimdi; “dün ekstradan ne vardı” değil belki ama, “düne kıyasla bugün ne olmadığı” sorusuna “şu yok” dediğimde sobelenmiş olurum.
Kime?
Kendime!..
Kendime, çünkü bunu kendimizden başka “bir de” anneler bilir… Ama yine sadece anneler bilmez!..
———————————————————
Okursak da yazarız!
Niye yazmıyorsun çok mu meşgulsün? Hımm, oldu o zaman… Bak sana Nurullah Genç’ten harika parçalar gönderiyorum. Belki de biliyorsun, ama olsun…
“Pembe uçurtmalar yolladığından beri
Sarardı tiryaki menekşeleri
Sonbaharın tozlu kafeslerinde
Sevgi turnaları yakalıyorum
Turnalar gidiyor; ben kalıyorum
Avareyim, asudeyim, yorgunum
Bilmiyorum neden sana vurgunum”
(N.Genç)
“Oysa ben görülmedik bir lale yaprağına
Gökleri kıskandıran bir destan yazıyorum
Gözlerin değişip kaplasın karanlığı
Bütün ufukları sarsın gözlerin
Gene de hep bende kalsın gözlerin”
(N.Genç)
“Binbir türlü kokuyorsa yaylalar
Siyah gözlerine beni de götür
Baharın koynundan koparıp sana
İpek bir mendile sardığım yüreğimle
Şehzade gülleri gönderiyorum
Umutlar kalıyor; ben gidiyorum”
(N.Genç)
Sevgiler, saygılar bizden efendim…
Siz yazmasanız da biz yazarız, bize okur demişler ne hikmetse yazarız. Sağlıcakla kal!
Aslıhan Güngör
İlginç bir rüya
Amerika’nın eski cumhurbaşkanlarından Abraham Lincoln, 1865 yılının 14 Nisan gecesi, gördüğü garip bir rüya ile sıçrayarak uyandı. Rüyanın verdiği sıkıntıdan sırıl sıklam terlemişti. Kalktı çamaşır değiştirdi. Bir süre kitap okudu. Tekrar uzandığında, sanki aynı rüya kendisini yatağın içinde bekliyormuş gibi rahatsızlık duydu. Tekrar uykuya dalabilmesi bir kaç saatini aldı. Sabah olduğunda rüyasını eşine ve yakınlarına anlattı. Hatta o gün kabine toplantısında bile bahsetmek lüzumunu hissetti. Rüyasında; Beyaz Saray’ın hizmetkarları telaşla koşup geliyorlar ve cumhurbaşkanının öldüğünü kendisine haber veriyorlardı. Abraham Lincoln’ün yakınları bunu hayra yorarak ömrünün uzayacağını söylediler. Aynı günün akşamı Lincoln ve karısı dostlarıyla birlikte tiyatroya gittiler. Kötü rüya Lincoln’ü manen sarsmıştı. Bir ön seziyle olacak hadiseleri hissediyormuşçasına konuşuyor, yakınlarının teskin edici telkinlerine rağmen ruhunu saran karanlıktan sıyrılamıyordu. Temsilin heyecanlı bir sahnesinde Lincoln’ün oturduğu loca kapısı, yavaşça aralandı sahneden akseden ışıkla elindeki tabancası parlayan genç bir adam; içerdekilerin hareketlerine fırsat vermeden kurşunları boşalttı. Amerika’nın 16. cumhurbaşkanı, beynine dolan kurşunlarla koltuğuna cansız yığılıverdi. Henüz gördüğü rüyanın üzerinden yirmidört saat bile geçmemişti. Böylece, gördüğü rüyanın işareti ile bir ülkenin devlet başkanı tarihe karışmış oluyordu.
(tabirci.com’dan)
Stop
Muammer Erkul
15 Mayıs 2000 Pazartesi