Dil yarası… [01 Haziran 2002 Cumartesi]

Bunun gibi hayal ürünü, akıl ve mantığın anlayamadığı hikâyelere "kurgubilim" diyorlar, demişti Lâle hoca…
Ortaokula devam ediyordum ve ilk defa duyuyordum bu kelimeyi. Sonraları kurgubilim’i de "bilim kurgu"ya çevirdi; "Türkçe" denen dili umumhâne malına döndüren Agop’un aslanları!..
Kitaplarımızda hâlâ inceltme işaretleri olduğundan "hala" ve "hâlâ" kelimeleri aynı yazılmıyor; "babamızın kızkardeşi" anlamında hala yazdığımızda, başka biri "şimdi bile, kesintisiz, süregelen" manasındaki "hâlâ"yı düşünmüyordu… Hatta henüz birileri, yapışkan bir pislik gibi "yaşam" fışkısını boşaltmamıştı Türk diline… Henüz tertemiz ve kupkuru ve dupduru bir kelimemiz vardı "hayat" gibi güzel…
Biz, hayatımızı yaşarken durgun gölün beyaz kuğuları gibi, ders kitaplarımızda bile hep; "güzel Türkçemiz"den bahsediliyor, bizler de konuşurken; "Güzel Türkçemiz" diyorduk… 

Bu, benim büyük acımdır, susmazsam uzaar gider!..
Ayrıca bu; "BENİM" büyük acım, olduğu için daha da büyük acımdır. Yani aslında "HEPİMİZİN" çok büyük acısı olması lâzım geldiği, ama maalesef öyle olmadığı için!..
Sonuç mu?.. Ben ortaokulda okuyup zevk aldığım kitapları şimdi zor anlıyorum ve benim şimdi yazdıklarımı şu an ortaokula gidenler zor anlıyor ve şimdi ortaokula gidenler şimdi zevkle okuduklarını sonra anlayamayacaklar ve onların yazdıklarını onlardan sonra gelenler hiç anlayamayacak!..
Halbuki, dil de millet için bir zırh gibidir!..
Türk insanı artık, dedesinin vasiyetini bile okuyamazken ve onun kendisine neler bıraktığını anlayamazken, nasıl göğsünü gererek "Ben Türk’üm" der?..
Türk milleti, cumhuriyetinin kurucusu olan Atatürk’ün "hitabını" bile anlayamıyor artık!.. Beğenmediğiniz uzakdoğu fukaraları "binlerce yıllık" mektuplarla ve kitaplarla dolaşıyor ve anlıyor her harfini ve her adımını o tecrübeyle atmaya çalışıyor.
(Herşey bir yana, Atatürk şimdi görebilseydi artık "söylev" denen şeyden acaba kaç kelimeyi anlardı?.. Birileri bunu araştırmalı!..) 

Bakın şimdi, ben nelerden bahsedecektiim, laf nerelere geldi!..
Peki nerelere gelmeliydi ki, her masa üzerinde üç beş tane ayrı "yazım" kılavuzu varken?.. Düne kadar her "kütüphanede" sadece bir tane "İmla kılavuzu" vardı ve kâfiydi… Çünkü herkes konuşmayı ve yazmayı ve anlamayı biliyordu!.. Şimdi ha kavaklığın kargaları, ha her masada beş sözlükle gak’layan bizler!..
Yazıktır!..
Eskiden de söylüyordu bazı büyükler, ama böyle derinden anlamıyordum…
Yazıktır!.. 

"Dil de millet için bir zırh gibidir" dedim ya yukarda, hoşuma gitti!.. Evet, dil bir millet için zırh gibi, hatta vücudu kaplayan deri tabakalarından biri gibidir… Derisiz bir beden; baştan ayağa kadar açık bir yaradır, korunmadan kaç gün kalır hayatta?..
Türk insanı, artık; babasının annesine yazdığı aşk mektubunu okuyamıyorken, dedesinin kendisine bıraktığı vasiyeti bile anlamıyorken, ve "bunlar için üzülmesi gerektiğini" bile farketmiyorken, ben nelerden bahsediyorum, değil mi?..
İyi ki Dünya Kupası başladı da birkaç bayrak göreceğiz, fazladan…
Belki içimizde körelmiş iki damar kıpırdar!..

Stop
Muammer Erkul
01 Haziran 2002 Cumartesi

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir