Dinlemeyene anlatmak (!)
Akranım bir çocuk sokak kapısında önümüze düştü. Biz onun ardından oturulacak odaya kadar yürüdüğümüz sırada, dedem;
"İşin yahut bir mazeretin yoksa, davet edilen yere muhakkak gideceksin, dedi.
Çünkü bir mecliste, ortaya konan yemek değildir mühim olan…
Büyükleri hatırlayıp sözlerini aktarınca yağan berekettir besleyen insanları…
İşte aranan ve özlenen; gönüllere akan bu şifadır!.."
Hep böyle oluyordu…
Ezberimde kalıyordu ama, yaşıma göre çok derindi laflar…
Ve ben, henüz onun ne söylemek istediğini anlamaya çalışırken yeni bir hadise oluyor, yeni bir soru soruluyor, yeni bir söz söylüyor, yeni bir cevap veriyordu dedem…
Ya da eğilip kulağıma bir şeyler fısıldıyordu.
Durduk.
Kapı açılınca, içerden ılık bir hava ve duman geldi yüzüme. Odadaki en yaşlı adam hafif bir telaşla kalkıp yanımıza yürüdü.
"Ve aleykümselam, dedi. Hoşgeldiniz!.."
Duvarın dibinde sereserpe oturan adamlar bize baktı. Gülüşerek konuşuyorlar ve üçü de yanan birer sigara tutuyorlardı ellerinde.
Bir kişi de, bizi karşılayanın kalktığı yerde oturuyordu.
"Misafirler mi?" diye sordu dedem.
"Yo, dedi ev sahibi… Bu benim bacanak. Onlar da oğlum ve arkadaşları!
…..
O sıra şöyle bir duraksadı dedem.
Bunu, elindeki elimden hissettim!..
"Hadi, dedi karşımızdaki. Çıkartın da alayım paltonuzu… Zaten sizi bekliyorduk…
"Yo, dedi dedem. Ben de oturamayacağımızı söyleyecektim şimdi. Sizden özür dilemek için duruyorum eşiğinizde… Kusura bakmayın, değişiklik oluyor bazen, ve yeni duruma göre hareket etmek mecburiyetinde kalıyorsunuz… Başka zaman yine uğrarız inşaalah!.."
Galiba çok şaşırdığım zamanlarda, susardım.
Hiç konuşmazdım…
Dedem de bu uzun susmalarımın uzun birer soru olduğunu anlardı, şimdiki gibi.
Dedi ki:
"Oğuul, oğul!..
Kendi öz babasının yanında, bacağını bacağı üstüne atan kişinin; baba dostunun sözüne saygısı olur mu dersin?..
…..
Dinlemeyene konuşmak; lüzumunda konuşmamaktan da fenadır
Çünkü hiç konuşmazsan hiç kimse hiçbir şey duymaz…
Ama "dinlemeyenle" konuştuğun zaman, o; senin sözünden, "işine gelen" kırıntıları seçip yan yana dizerek öyle bir zehirli sofra kurar ki;
Bu sofraya oturanın vay haline.."
"Ben korkarım oğul, diye inledi dedem az sonra yine…
Ben, konuşurken korkmayanla konuşmaktan korkarım!..
Ağzı olan konuşuyor da; kulağı olan duyuyor mu?..
Sevgili Peygamberimiz buyuruyor ki;
"Kendi ayıplarını ve kusurlarını düşünmekten, başkalarının ayıplarını araştırmayana müjdeler olsun!.."
"HEPİMİZİN" Peygamberi buyuruyor ki;
"Kendi ayıplarını ve kusurlarını düşünmekten, başkalarının ayıplarını araştırmayana müjdeler olsun!.."
Hepimizin Peygamberi "HEPİMİZE" buyuruyor ki;
"Kendi ayıplarını ve kusurlarını düşünmekten, başkalarının ayıplarını araştırmayana müjdeler olsun!.."
Bu bir MÜJDE!..
HEPİMİZE söyleniyor.
ELBETTE "HEPİMİZ" DUYUYORUZ…
Değil mi?..
———————————————————
İsimsiz
Hani, en dokunaklı şarkıyı duyduğunda, gözlerinden iki damla, engelleri aşıp masumca süzülürken;
Başını koyacak omuz..
Sığınacak bir kucak ararsın ya…
…..
Hani en çok sevdiğin arkadaşınla vedalaşırken… Sözler birikir boğazında, doğru cümleyi bir türlü bulamazsın ya…
Hani…
Hani sımsıcak ama masumca…
Hani sımsıkı ama sınırsızca…
İşte sen, içimdeki öyle bir şeysin…
…..
Hani başımı koyacağım omuz…
Sığınacak kucağım…
Hani boğazımda biriken cümlelerin doğru olanısın.
Ve sen…
Sımsıcak ve masumca,
Hani sımsıkı, ama sınırsızca…
A.
Stop
Muammer Erkul
08 Şubat 2001 Perşembe