Dostluk üzerine… [25 Haziran 1999 Cuma]

Dostluk üzerine…

Dost…
Mânâsı kadar söylenişi de güzel kelime! Yunus:
Ben dost yüzü göremezsem
Bu gözlerim nemdir benim… der.
Kimdir dost?
Görülmeyince gözleri nemlendiren!
Her dost zannedilen dost mudur?
Ölçü:
Dost odur ki, âhireti hatırlatsın…
Böyledir… Şu kısa dünya hayatında, dünya için sevilenler, arkadaştan öteye gitmezler, “Arkadaşlıkta zevkler ve menfaatler…” asıl olduğundan, dostluğa basamak olamayan basit arkadaşlıklar, zevklerin zevalinde eriyip gittiler… Dost, erimeyen ve eritmeyendir…
Dostluk dünyada başlayan ve cennette devam edendir…
Bizim için sıcak gözyaşları döker, O DOSTTUR!
İyiliğimiz için dua eder; DOST O’DUR!
O, kimi an kızgın çöllerde, kimi zaman gonca güller içinde, rüyalarda, hayallerde sevinçlerimizi hüzünlerimizi paylaşandır… O, kelimelere mecburiyetten sıyrılıp, gözleriyle anlaşandır…
O, istenildiği an kapısı çalınandır… Hasretle ve tebessümle buyur etmeye hazır olan, eviyle beraber yüreğini de misafirliğimize açandır…
Uzayıp giden gökdelenlerin söyleşip halleştiği, binlerce pencerenin cansızlığına bakmayıp birbiriyle dertleştiği günümüzde, insanlar öz kardeşiyle konuşamaz olmuşsa…
Medeniyet insanı avutamaz olmuşsa…
Herkesin aradığı DOST olmuşsa…
DOST DOST DİYE, ağlamak gerek…
Çünkü…
İnsanız… Yalnız geliriz dünyaya, yalnız gideriz…
Medeniyet; bir oyuncak fabrikasıdır, Yalnızdan da yalnız kalmış çağımız insanını mutlu-mesud kılacak oyuncağı, bir türlü imal edemez… Edemez…
Ve onlarca gezegen hediye etse kullarına Yaradan, sorar Âdemoğlu, -Hani üzerinde dostlarım?..
Dostsuz dünyalar, gezegenler, insana, nefret ettiği yalnızlıktan ve sıkıntıdan fazlasını veremez…
Hem…
Nerede yalnızlık? Ne kadar kalabalığız, yalnız değiliz…diyemeyiz!
Kalabalıklar açmaz kundağımızı… Kalabalıklar bölüşmez uykumuzu… hıncımızı… Kalabalıklar hissetmez aşkımızı… Kalabalıklar paylaşmaz acımızı… Mezarımızı…
Demek ki yalnızız…
Yalnızlığa dayanamayız…
DOST olmalıyız… DOST bulmalıyız!
Bir adam vardır, dağbaşında çoban! Gözyaşları çimenlere damlar, kaval çalar, dost arar… Bir adam vardır, koca şehrin ortasında yaban! Her gün cadde cadde kalabalıklar yarar, dost arar…
Hepimizin aradığı O dosttur…
Hiç terketmesin, öfkesine de sevgisine de razıyız O’nun..
Ben, gözlerimi semaya çeviriyorum, kâinatı bütün derinliğiyle anlamaya çalışıyorum ve beni şefkatle saran atmosferin şahidliğiyle -DOST, O imiş, buldum…diyorum… Benden önce bulanlara imreniyorum…
İnancımızı, paylaşan dost nimettir.
Kendimi ikaz ediyorum şimdi…
Geç kalmamak… Kaybedilen beraberliğin kabri başında, eli böğründe kalmamak için yazıyorum…
Sevgisi ebediyete uzanan dostlar arıyorum…
Soruyorum.
Dostlar ayrılık vaktinde mi sevilecek?
Dosta duyulan muhabbet, hep son deme mi ertelenecek? Ayrılığın ufukta göründüğü güne mi?
Beraberken insanlığa hizmet için dökülecek gözyaşları, pişmanlık yüklenen mezar taşlarına mı düşecek?
Cevabı dudak yakıyor, diyor:
Dostluk yoldur, dost yolcu…
Gönül -”Önce yoldaş, sonra yol” ister.
Nasıl yürünür bu yolda, kim kimin koluna girer, kim fazla fedâkarlık eder?
Dost bilir. Dostlar bilir…
Biri ayrılır belki de yol bitmeden! Aman olmasın…
Bir dost, dostsuz… Bir yol, yolcusuz kalmasın!
Cihat Zafer
(Güneş Bizi Geçemez)

—————————————————–

Yavru hikâyeler: Piknik
Sevimli bir aile, anne, baba ve çocuklar pikniğe gitmeye karar verdiler. Çocuklar çok sevinçliydi. Anne yiyecek hazırlayıp eşyaları topladı. Cengiz ile Ceren çok heyecanlıydılar. Her şey hazırdı ve piknik yerine gidiyorlardı.
Cengiz ile Ceren hemen hazırlandılar. Piknik yeri biraz uzak bir ormanlık parktı. Yarım saat kadar sonra ulaştılar.
Anne ve baba yiyecekleri hazırlarken çocuklar da oyuna başladılar. Bir süre sonra anne çocukları yemeğe çağırdı:
-Hadi çocuklar yemek hazır.
Ceren:
-Anne, biraz daha oynamak isterim. Lütfen…
-Peki ama uzaklaşmayın.
Bu arada Cengiz, Ceren’e usulca sokuldu:
-Ceren, annemlere şaka yapalım mı? Biraz uzaklaşıp, saklanalım. Bizi arasınlar. Çok heyecanlı olur.
-Ağabey, bu harika bir fikir. Ama çok uzaklara gitmeyelim, ben korkarım.
-Tamam…
Biraz uzaklaşarak bir çalılığın arkasına saklandılar. Anneleri gerçekten bir miktar oturduktan sonra meraklanmaya başladı. Baba ile birlikte aramaya başladılar. Ancak tam ters tarafa gidiyorlardı. Çocuklardan oldukça uzaklaştılar.
Bu arada çalılıkların arasında Cengiz ve Ceren gülüyorlardı. Tam bu sırada bir şey oldu. Ceren acı bir çığlık attı. Ayağını bir yılan sokmuştu. Cengiz korkuyla fırladı. Anne-baba diye bağırıyordu ama sesini duyan yoktu.
Geri döndü, okulda öğrendikleri aklına geldi. Hemen kardeşinin yarasını emdi ve tükürdü. Yine de Ceren bayıldı. Cengiz ağlamaya başlamıştı.
Bir süre sonra anne ve babası park görevlileri ile geldiler. Hemen Ceren’i hastaneye kaldırdılar.
Uzun bir bekleyiş başladı. Anne hiç durmadan ağlıyordu. Cengiz ne yapacağını bilemiyordu. Korkudan dudaklarını ısırıyordu. Baba çaresizdi..
Doktor çıktığında yanına koştular.
-Kim emdi yarayı? diye sordu.
Cengiz, usulca:
-Ben, diyebildi.
-Aferin, dedi doktor. Nereden öğrendin bunu?
-Sağlık dersinde.
Gülümsedi doktor.
-Geçmiş olsun. Kurtuldu artık. Kardeşinin hayatını kurtardın sayılır. Kendinle gurur duyabilirsin.
Annesi:
-Gurur duymadan önce özür dilemeleri gerekiyor. Bugün çok kötü geçti. Söz dinlemeyi bilmiyorlar.
Cengiz:
-Anneciğim, ne olur çok söyleme. Kardeşimin hiç suçu yok. Hepsi benim suçum. Ama artık akıllandım. Bir daha sizi hiç üzmeyeceğim söz veriyorum.
Annenin kızgın gözleri yumuşadı. Kollarını açtı:
-Canım yavrularım, size bir şey olmasın da…
Sıkı sıkı sardı Cengiz’i. Doktor bey güldü, selâmlayıp, geçti. Ceren iyiydi ya artık. Hepsi mutluydular. Ama bu pikniği hiç unutmayacaklardı.
Hacer Tahmisoğlu

Stop
Muammer Erkul
25 Haziran 1999 Cuma

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir