Bizim Oranın Kızları!..
Memlekete gittim mi ben her seferinde farklı duygularla dönerim evime. Çocukken fark etmediğim bazı şeyleri 15-16 yaşlarımda fark etmeye başladım ilk kez bizim oralara dair… İnsanların yaşamları üzerine düşünmeye başlamam bu zamanlara denk geliyor. Babaannemin yazın serin, kışın soğuk evinde o zamanlar çok olmasa da bekar kızlar vardı. Ve çoluk çocuğa karışmış olanlar… Ben “ Bizim oralarda bir insan nasıl yetişir? ” sorusunun her evresini farklı zamanlarda farklı insanlar üzerinde gözlemledim. Kiminin bebekliğini gördüm, kiminin genç kızlığını, kiminin anneliğini… Hepsini harmanlayıp tek bir model oluşturmam birkaç yılımı aldı. Bunu yazabilmemse çok daha uzun bir zamanımı…
Bizim oralarda bir kız çocuk geldi mi dünyaya eskisi gibi üzülünmüyor artık kız olmuş olmasına. Belki hala içlerinde daha çok var erkek evlat sahibi olma isteği ama eskisi gibi kız evlatlar yok sayılmıyor artık. Hatta geçtikçe zaman ve unutuldukça erkek evlada özlem daha çok seviliyor bu şirin kız çocukları zira kız çocukları kendini sevdirmeyi iyi biliyor. Bizim oralarda bir bebek doğmuşsa çamur içindeki sokaklardan birinde zor oluyor elbet büyümesi. En büyük şansı kalabalık bir ailede doğmuş olmak oluyor sanırım. Biri yorulsa öbürü alıyor kucağına sevecenlikle, ilgi hiç azalmıyor. Büyümeye başladı mı bu minicik kız bebekler en büyük zevkleri oluyor belki de ailelerinin bin bir zorlukla yaşadığı o çamurlu sokaklarda çamurdan evler, yemekler yapmak… Hala Eskimo satanlar var mıdır bilmem ama o sokakların bakkallarında zaten zararlı olan abur-cuburların daha da zararlıları satılıyor ve çocuklar her gün bir cips alabilmek için annelerinin başının etini yiyiyorlar. Yazın 40-50 derece sıcağında ya damlarda ip atlıyorlar ya da sokaklarda saklambaç oynuyorlar büyük ailedeki amca, teyze çocuklarının yanı sıra bir de kendileri gibi bu sokaklarda yaşayan diğer çocuklarla… Bizim oralarda çocuklar oturmuyorlar bir bilgisayarın başında saatlerce. Sokaklara çıkıyorlar ve damlara… Çocukluklarını, çocuk gibi yaşıyorlar… Belki de bu yüzden paylaşmayı öğreniyorlar ve insana değer vermeyi, merhameti, sevgiyi…
Bizim oralarda bir kız çocuğu ilkokul çağına geldi mi giyiyor masmavi önlüğünü, takıyor bembeyaz yakasını, alıyor koluna çantasını, ipekten saçlarını örük yapan annesinin duasıyla çıkıyor her gün okul yoluna… Kimi zaman takıldı mı bir matematik sorusuna, cevabını alacak kimsesi olmuyor ama seviyor yine de annesini, babasını gönülden; utanmıyor hiç onlardan…
Bebekliğini gördüğüm kız çocukları daha ilkokul çağında olduklarından genç kızlık modelinde yaşıtlarımdan gördüklerime doğru akıyor hikaye.
Bizim oralarda bir kız, genç kız olduğunda çoğu ev işini yapabilir hale geliyor. Bu yüzden elleri hep biraz sert ve kıpkırmızı… Kışın soğuk suda bulaşık yıkamaktan ya da yazın isot yapmaktan oluşuveriyor bu alaca renk. Çoğu okulu bırakmış oluyor. Kimisi ortaokulda kimisi lisede okul yolundan eve dönüp bir daha uğurlanmıyor, evlenene kadar… Bizim oralarda genç kızlar akrabalarının dışında tanımıyorlar başka erkekleri, tanımak ihtiyacı da hissetmiyorlar zaten… Bizim oralarda aşk yaşanmıyor büyük şehirlerin çabuk tükenen aşkları gibi hızlı ve yıpratıcı… Bizim oralarda kızlar aşk uğruna yakmıyorlar kendilerini, bugünlerini, yarınlarını, ahiretlerini… Sabırla bekliyorlar evlenecekleri adamı. Her gün 5 vakit namazlarını kılarken, ellerini açıp dua ederken belki de gizliden onun gelmesini diliyorlar. Kendileri çıkıp aramıyorlar sokaklara, kaderlerindekinin onları bulmasını bekliyorlar haya ile…
Sadece aile büyüklerinden gördükleriyle yetiştiriyorlar kendilerini. Kimse namazı anlatmıyor çoğuna ya da Kur’an-ı Kerim’i ya da Allah’ı… Akıllarıyla değil kalpleriyle inanıyorlar. Kimse yaşları geldiğinde örtünmeleri gerektiğini söylemiyor onlara. Sanki yapmaları gereken şeylerin zamanını bilir gibi sırası geldikçe yapmaya başlıyorlar. Bilmiyormuş gibi gözüküyorlar ama aslında kalpleriyle biliyorlar.
Evlenecekleri insan çıktığında bir gün karşılarına söz hakları var elbet, çoğunun… Düğün dernek kuruldu mu bir hüzün çöküyor annelerin ve kızların gözlerine. Bizim oralarda anneler ağlıyor ve kızlar da… Hem ağlıyor hem gidiyor fakat gelin kız. Yaklaşık bir yıl sonra elinde minicik bir bebekle görüyorum çoğunu ve hikaye başa dönüyor. Allah bilir elbet ama neredeyse gözleri bile harama değmemiş tertemiz eşler, anneler oluyorlar. Her geçen dönemde daha da bilinçleniyorlar.
Kafama takılan soru şu; hangimizin hayatı daha güzel? Sokağa çıktığımızda bile günaha battığımız bu büyük şehirler, okul, iş hayatlarımız mı yoksa oralarda bir şehirde nadiren evden çıkıp en az günahla devam ettirilmeye çalışılan bu hayat mı? Hiç bilmeden inanmak ve yaşamak mı daha güzel yoksa her şeyi bilip de bilmemezlikten gelmek mi? Çoğu insanın hüzünle ve acıyarak baktığı bu kızlara ben böyle bakamıyorum. Sanki acıyarak bakılması gereken onlar değil de bizmişiz gibi hissediyorum. Dünya hayatının geçici olduğunu düşünürsek burada onlardan bin kat daha çok şey görmüş olmak, gezip tozmak, eğlenmek bize ne fayda sağlayabilir ki? Bazen bilgi fazla geliyor aklıma, kalbime… Bildikçe sorular artıyor sanki ve kuşkular… Bilgiyi yönetme kabiliyetim yok belki de. Bu yüzden keşke aklım bilmeseydi her şeyi diyorum. Kalbim inansaydı sadece yeteri kadar. Unutsaydım dünya hayatını, bildiklerimi, gördüklerimi. Zamanı geldiğinde onlar gibi ne yapmam/yapmamam gerektiğini kalbimle bilip uygulayabilseydim.
Ben de bizim oralarda doğdum ama hiç büyümedim onlar gibi… Ne çok isterdim oysa ki, o çamurlu sokaklarda tertemiz kalabilmeyi…
Zeynep Nur Suruç