“Ah şu İngilizce ah. Hal hatır sorabilmenin ötesine geçemedim gitti. Yine yaz geldi, herhalde tam zamanı. Hemen yurt dışına kapağı atmalıyım. Para pul işlerini ne yapacağız? ‘Babacığım, bu iş anavatanında öğrenilir. Bak halen iki kelimeyi bir araya getiremiyorum. Yakında mezun olacağım, işsiz kalacağım’ dedik mi tamam. Hangi ülkeyi gitsem acaba? İngiltere’den sıkıldım artık. Amerika, Avusturalya, Yeni Zelanda yoksa Malta mı olsun? Hep ders olmaz ki canım. Ben iyisi mi netteki forum sitelerine bir bakayım, giden görenlerden bir fikir alayım. Neresi daha eğlenceli, gece hayatı daha renkli ve nerede Türkler daha az orayı tercih edeyim. Tatil zamanımı oraya ayıracağım ne de olsa gezmek tozmak yeni arkadaşlıklar kurmak en doğal hakkım.”
Yıllarca İngilizce eğitimi aldıktan sonra “How are you?” sorusuna “Fine thanks and you?” cevabı vermekten öteye gidemeyenlerin, yaz tatilinin başladığı şu günlerde soluğu yurt dışında almak için can attıklarından hiç şüphem yok. Peki dil eğitimi almak için vize kuyruklarında günlerce bekleyenler, kitap kalınlığında belge hazırlayanlar, konsolosluk görevlilere yalvaranlar, o hesaba şu kadar bu hesaba bu kadar para savuranlar memleketlerine geri döndüklerinde bülbül gibi İngilizce mi şakıyorlar? İngilizce konuşulan ülkelerde bulunanların ve bir sürü dil kursuna, kamplara gidenlerin, hatta bebek bakıcılığı bile yapanların tecrübeleri, kurulan hayallerin suya düştüğünü apaçık gösteriyor. Ülkelerinde ayak işleri diye tabir edilen taksicilik, gazete satıcılığı, bakıcılık, garsonluk ve bilumum her türlü hizmet sektöründe çalışan yabancı kişileri köleleri olarak görenleri ve bu işleri diğer ırklara yaptırdıkları için böbürlene böbürlene sokaklarda yürüyen jönleri ne zaman gerçekten tanıyacağız. Buralara giderek kendilerini “Ne iş olsa yaparım” basitliğine düşürenlerin yaşadığı sosyal bunalım herhalde gelecekteki hayatlarına da yansıyacaktır şüphesiz. Bir mühendis garsonluk yaparken “Ne yersiniz” demekten ve menüyü saymaktan başka ne öğrenebilir ki yabancı dilde!..
Geçenlerde teyzem kızını kastederek soruyor. “Üniversitedeki hocası Cemre’ye yazın mutlaka bir yabancı ülkeye gitmesini ve İngilizcesini geliştirmesini söylemiş. Sen de İngilizce öğretmenisin. Bize şöyle kalite bir okul araştırır mısın? Acaba hangi ülke daha iyi olur onun için?” “Teyzecim. Cemre Türkiye’nin en kaliteli üniversitesinde okuyor. Hem yılda kaç bin dolar ödüyorsunuz! Üstelik hocaları çoğunlukla yabancı. Burada öğrenemezse başka yerde çok zor.” Bu durum ancak bir akademisyen kendi becerisizliğini, inançsızlığını ve bitikliğini yurt dışı sahtekârlığı ile örttüğünün resminden başka bir şey değildir. Şu an yurt dışı ile alakalı bilinmesi gereken en önemli husus oralara giden farklı milletlerden insanların yine kendileri gibi öğrencilerle pratik yapmak zorunda kalmalarıdır. Londra’da sokakta karşılaşılma ihtimali en düşük olan ırk herhalde İngilizlerdir. Çünkü şehir dünya insanlarının istilasına uğramıştır artık. Bu gibi şehirlere büyük hayallerle giden insanlar düşledikleri imkânları buralarda bulamayınca materyalist sistemin akımına kendilerini kaptırarak asıl hedeflerinden şaşıyorlar. Türkiye’de bir genel müdürün kazandığı parayı yalnızca benzin pompalayarak kazanmak nedense asıl gaye dil eğitimini rafa kaldırmaya yetiyor. “Kursa gidiyim de ne öğrensem kardır” düşüncesi yerini “Dersleri asıyım da bari dil kursunun parasını çıkartıyım” fırsatçılığına bırakıyor ve cebinde öğrenci vizesi taşıyanlar piyasalara oynar hale geliyorlar. Sidney’de dil eğitimi alan bir Türk ana dili İngilizce olanlarla konuşmak için herhalde gece yarısı ev kapılarını çalıp yerli avı yapmaktan başka yol bulamaz. Zira gündüzleri sokaklar farklı ülkelerden turist ve öğrencilerle dolup taşar.
“Yurt dışında kurs görmek beyhude bir uğraş mı?” sorusunun cevabını verebilmek için şunu sorgulamak daha doğru olur. Türkiye’de olmayıp orada olan ne var? Bir kere herkese yetecek kadar yabancı öğretmen her eğitim kurumunda mevcut. Yabancı televizyonlar, kitaplar, süreli yayınlar ve internet sayesinde o hep bahane edilen “İngilizce pratik yapma” ihtiyacını dünyanın herhangi bir kırsalındaki bir insanla bile giderme imkânı sağlanmışken, sanırım asıl gayemizi tekrar tekrar sorgulamamız şart. Eğer maksat cebi doldurmaksa emin olun oraya harcayacağınız kurs yol vs. ücretleri, ülkenize geri dönerken cüzdanınızda olandan daha fazla olacaktır. Eğer ben burada doya doya istediğim gibi eğlenemiyorum, orda burda sabahlayamıyorum, ana dili İngilizce olanlarla flört edemiyorum diyenler de çıkacaktır. Onlara iyi uçuşlar dilemekten başka bir çare kalmıyor!
Yabancı ülkelerdeyken milliyetimizi neden acaba yalnızca Türk lokantalarında kuru fasülye pilav yerken hatırlayabiliyoruz. Yarım ekmek dönere sahip çıkabildiğimiz kadar kimliğimize de sahip çıkabilsek emin olun bize vize uygulayan devlet kalmaz yeryüzünde.
Utku Öztürk