Duygu Bahçemiz ( İNSANLAR – Zeynep Nur Suruç)


Yaşamaya dair ufacık bir istek arıyorum kalbimde… Soruyorum ‘Yaşamak istiyor musun?’ diye. Cevabı hep aynı oluyor. ’Neden yaşayayım ki?’… Sonra vicdanım geliyor yanıma. ’Yapma ’diyor… ’Vicdansızlık yapma!’… ’Bak etrafa… Gökyüzü, hava, toprak, su, börtü böcek senin için buradalar; sen yaşa diye.’, ‘Ve insanlar…’ diye ekliyor… İlk saydıkları hoşuma gidiyor da, ’İnsanlar’ kelimesini duyunca irkiliyorum birden… Yatağımdan doğrulup, oturuyorum. Başımı iki elimin arasına alıp insanları düşünüyorum. Bu şekilde kaç dakika kaç saat daha geçirebilirim bilmiyorum. İnsanlar kelimesini düşünmek, hecelerine ayırmak, her harfine bir anlam katmak, bir bembeyaz süte batırıp ardından kapkara zifte sokmak, düşünmek, düşünmek ve düşünmek hoşuma gidiyor sanki… Bu melankoliyi, bu acıyı seviyor gibiyim… Arada gözyaşlarımı siliyorum. Kimi zaman giden bembeyazlara kimi zaman hala yanımda olan zift karalarına akıttığım gözyaşlarımı… En yakınımdakinden en uzağımdakine kadar insanları düşünüyorum… Bir sonuca varamıyorum insanlar konusunda… Karışık, karmaşık, anlaşılmazlar hep… İyiler mi kötüler mi bilmiyorum…

Çoğu zaman ne bembeyazlar ne kapkara… Sadece buna karar verebiliyorum. Beyazların içinde karalıklar, karaların içinde beyazlıklar olduğunu anlıyorum… Ve açık gri ya da koyu gri olunca insanlar yaşamaya değer mi bilmiyorum… Beni hayata bağlayacak şey o gri insanlar olabilir mi? Sanmıyorum… Gri evler, gri şehirler, gri elbiseler belki… Ama grinin insana yakışmadığını fark ediyorum… Ve maalesef tüm insanların gri olduğunu…

Arada bembeyazlar var mıdır? Hatta bembeyazı bile istemekten vazgeçiyorum… Kapkara da olsa olur… Yeter ki karışmamış, karmaşıklaşmamış olsun… Ama umudum yok hiç. Herkesin içinde bir vicdan ve herkesin içinde bir hayvan varken bembeyaz ya da kapkara insanlar bulmayı ütopik buluyorum. Bazen umutsuzluğumu, mutsuzluğumu, bunalımlarımı Kafka’ya benzetiyorum. Kendimi bir böcek gibi hissetmesem de aynı bunalımları yaşıyor buluyorum aynaya bakınca. Ama bu bunalımların tek çaresinin ütopyalar olduğunu düşünüyorum. Bembeyaz ya da kapkara insanların varlığına inanmak ya da zor da olsa grilerle mutlu olunabileceğine inanmaya çalışmak… Yaşamak istemesem de yaşamak zorunda olmamın sonucu bunlar herhalde…’Elden bir şey gelmez’ durumu yani…

Sanırım yapabileceğim tek şey gri insanlarla yaşarken bembeyaz ya da kapkaraları bulacağıma dair umudumu yitirmemek… Sonra her bulamadığım günün gecesinde başımı iki elimin arasına alıp dakikalarca hatta saatlerce insanları düşünmek. Mutsuzluğumu acıyla gidermeye çalışmak. ‘Nasıl olur?’ demeyin. Acı birçok şeyin ilacı. Düşünmek mutsuzluğu çoğaltmaz, ütopyaları arttırır benim dünyamda… Her acımda yeni bir bembeyaz ya da kapkara insan peyda olur kafamda. Umut ederim… Her gece o insana yeni bir meziyet eklerim. Hayallerimdeki insan modeli… Var olmadığını adım gibi bilsem de onu düşünmek, onu umut etmek, onu aramak, bulamadığım her günün gecesinde ona ağlamak gri insanların yaptıklarına ağlamaktan daha iyi… Umut etmek…
Bu konuda Kafka’yla ayrışıyor yollarımız.
O ölüyor, ben mecbur yaşıyorum…

Zeynep Nur Suruç

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir