Gözlerime inanamadım; gerçekten oydu!.. Bunca yıl geçmişti aradan. Ben mi büyümüştüm, yoksa o mu böyle küçülmüştü?.. Ama emindim; oydu… Yanına yaklaşıp, selam verince;
-Vealeykümselam! Dedi… Ben, gülümseyerek onun suratına bakıyordum; o da (bastonuna dayanıp kendini kaldırarak) beni tanımaya çalışıyordu…
-Yaşlandık artık, yaşlandıık, dedi… Tuttum, mavi damarlı elini öptüm.
-Gideceğiniz bir yer varsa götüreyim.
-Yok yok, geziniyordum, dedi. Bastonsuz koluna girdim. Salkımın altındaki sandalyelere doğru ilerlemeye başladık. İşte o zaman kulağına doğru eğilip, fısıldar gibi dedim ki:
-Şeker dede!..
Durdu… Döndü… Başını kaldırdı… Gözpınarında bir damla yaş parladı… İncelmiş gözkapaklarını sımsıkı kapatıp açtı… Ve taa yüreğime kadar deriin derin bakarak;
-Bana… Artık bana böyle diyen kalmamıştı!.. Dedi. Öyle uzağa gidip geldik ki bir anda; sanki beraberce sallandık, bir söğüt dalı gibi!..
-Oturalım şuraya. Anlamıştım zaten yabancı olmadığını. Bir çayımı içer, tanıtırsın kendini…
Önce onun çayını karıştırırken, o biraz öne eğilmiş halde dikkatle bana bakıyordu, grileşmiş gözleriyle.
-Sen, bizim Şeker Dede’mizsin, dedim… Bense Çavuş Dede’nin torunuyum, Hatice’nin oğlu!..
-Haaa, dedi başını sallayarak. Gel.. Getir de gözünü öpeyim…
…..
-Ben seni hiç unutur muyum Şeker Dede, dedim… Seni hiçbir çocuk unutmadı ki… Bahçeye gelirdin bazen. Cuma günleri dedemle gezerken ara sıra seni çarşıda da görürdük… Dedem şakalaşmayı severdi ya hani; seni ne zaman görse;
"Dur helee, derdi sana. Bakalım çocuklara sakladığın şekerleri, bir defada bulabilecek miyim?.." Ve elini senin cebine daldırırdı. İlk seferde bulurdu çoğu zaman. Sonra bana da bir göz atıp;
"Dal sen de!.." Derdi… Dalardım ve renk renk şekerler bulurdum senin cebinde… Seni ne zaman görsek ağzımız sulanırdı Şeker Dede… Ve hep sana doğru koşmak, sana sarılmak isterdik…
Seksen küsur yaşında bir damla, ıkına sıkına çıktı Şeker Dede’nin gözpınarından, ve attı kendini boşluğa; düştüüü, düştüü, düştü!.. Masaya çarptığında sesini duydum, ve ardından da Şeker Dede’nin sesini…
-Oğluum, dedi… Oğlum, ben Çavuş Dede’nin kıyısında yıkanmaya gelirdim!.. Ben, elimi kendi cebime atmayı bilmediğim için deden elini benim cebime atardı!.. Ben, çocukları dahi sevindirmeyi bilmiyordum!.. Çavuş Deden sevindirirdi sizi aslında, ama benim cebimden!.. Ben o zamanlar dedenin cebime saldığı şekerlerden arta kalanları bile başkalarına veremezdim!.. Verebilmeyi öğretmek için yapardı deden bunu, ben geç anladım…
Bir damla daha kendini boşluğa attı. Bir damla daha düşerken masaya, Şeker Dede devam etti:
-Ne büyük nasipsizlikmiş bendeki, ya!.. Rabbim rahmet eylesin; öğretti bize koca Çavuş… Ama şimdi, sizler yoksunuz!.. Çocuklar büyüdü oğluum, büyüyenler dağıldı!.. Ne şekerlerin tadı kaldıı, ne hayatın… Şeker olanlar terketti bizi, adına şeker denilen bizler kaldık!..
Hıçkırdı Şeker Dede. Küçük bir çocuk gibi sarsıldı göğsü…
…..
Gözlerimiz yaş içinde vedalaşırken, kulağına;
"Bir ihtiyacına kullanırsın" diyerek cebimden el yordamıyla bulduğum bir miktar kâğıt parayı Şeker Dede’nin cebine soktum…
…ki elim, neredeyse bileğime kadar şekerlere gömüldü!..
Stop
Muammer Erkul
12 Ekim 2002 Cumartesi