İhlas Finans olayından sonra gelelim ikinci çetrefilli konuya.
TGRT yazısı yazacağımı duyan bir arkadaş aradı.
“Aman abi, bu konu çok karışık elini ateşe sokma” dedi.
Güldüm.
TGRT konusu benim için bırakın bir ateş olmayı, buzlu su.
O kadar rahatım, o kadar ferahım.
“TGRT” denilince şu meşhur ‘vur patlasın, çal oynasın’ dönemini kastediyorum.
Enver Abi’ye yapılan saldırılar iki ana başlıkta yapıldı.
Birincisi; hepinizin bildiği İhlas Finans olayıydı, diğeri de TGRT’deki sanatçıların ekranda boy gösterdiği dönemdi.
Ana konuya girmeden önce bir şeye dikkatinizi çekmek isterim.
Enver Abi’ye kötü söz söylenen her iki konu da, 28 Şubat döneminin eserleri.
O dönem öyle kirli bir dönemdi ki; Enver Abi gibi tertemiz, pırıl pırıl bir insanın üstüne bile çamur sıçrattılar.
Demek ki 28 Şubat olmasaydı; bu güzel insana kimse tek kelime kötü söz söylemeyecekti.
Gelelim konumuza.
Refah-Yol hükümeti henüz düşürülmemişti.
Gerilim zirvedeydi.
Ankara güne kasvetli bir hava ile uyanıyordu.
Gazetelerde irtica manşetleri havada uçuşuyordu.
İşte o günlerde Enver Abi aradı:
– Metin, Ankara’da çok önemli bir görüşmem var. Büroya uğrayamayacağım. Sen havaalanına gel, biraz konuşalım.
Hemen havaalanına gittim.
Enver Abi son derece tedirgindi. Kısa bir konuşmadan sonra Enver Abi şehire hareket etti.
Yaklaşık 2 saat sonra tekrar aradı.
Büroya uğramadan havaalanına geçeceğini söyledi.
Etimesgut Havaalanı’na gittim.
Enver Abi son derece düşünceliydi. Yorgun, bıkkın ve bezgin bir haldeydi.
Bana hiç bir şey demedi.
Sonradan öğrendim.
Enver Abi Genelkurmay’da toplantıya alınmış.
İki saat boyunca; İhlas holding, Türkiye Gazetesi ve TGRT ile alakalı hesap sorulmuş.
TGRT’deki ‘Huzura doğru’ ve evliyaların hayatlarının anlatıldığı programların irticaya zemin hazırladığını söylemişler.
İki saat boyunca bağırıp çağırmışlar.
Hatta masaları yumruklamışlar.
Daha ötesi TGRT’deki mescidi bile sormuşlar.
Nezaket abidesi Enver Abi’nin gözleri dolmuş ama yine de sesini yükseltmemiş.
Bu programların kaldırılıp TGRT’nin diğer eğlence Televizyonları gibi olmasını “TAVSİYE” etmişler.
Bunlar yapılmazsa İhlas Grubu’nun sakıncalı kuruluşlar arasına alınacağını ima etmişler.
“Sakıncalı kuruluş” demek toptan batırılma demek.
Enver Abi’yi havaalanında o halde görünce inanılmaz üzüldüm.
Kahroldum.
Bu güzel insan yine de kimseye bir şeyler demedi.
Enver Abi, Ankara dönüşü hak etmediği davranış ve uğradığı zulüm nedeniyle rahatsızlandı.
Sanırım 3-4 gün evden çıkamadı.
Holdinge bile gidemedi.
Sakın yanlış anlamayın.
Hesaba çekilen tek medya patronu Enver Abi değildi.
28 Şubat’ı destekleyen Aydın Doğan, Dinç Bilgin, Cem Uzan ve Mehmet Emin Karamehmet de sorguya alınıp çeşitli tavsiyelerde bulunulan medya patronlarıydı.
Bunların tamamı zaten o günlerde sorguya çekildiklerini anlattılar.
Cem Uzan geçen hafta çok ilginç bir açıklama yaptı.
Uzan; Takvim Gazetesi’ne bakın ne dedi :
– Bir Pazar günü Londra’daki evimde telefon çaldı. Sekreterim arıyor. Efendim Star’ın bütün telefonlarından sizi arıyorlar. Genelkurmay’dan sizi arıyorlar. Peki dedim. Açtım beni çağırıyorlamış. Atladım gittim Ankara’ya. Çağıran Erol Özkasnak. Medya patronu çağrılıyor. Uyarılma ne, fırça atılıyor. Gerisi için de nokta nokta nokta diyelim tamam mı? Ondan sonrası bana kalsın.
Cem Uzan’ın o yıllarda ne irtica ile ne de başka bir konuyla suçlandığı yok.
Buna rağmen hakaret, fırça hatta küfür yiyor.
İşte böyle bir toplantı.
Cem Uzan’a bunu yapanlar, Enver Abi’ye Allah bilir neler yapmıştır?
O toplantıdan bana da tek kelime anlatmadı, içine attı.
Olup bitenleri çok sonra öğrendim.
Ah Enver Abi ah.
Sana ne zulüm yaptılar?
Ne çile çektirdiler?
Medya patronlarıyla yaptıkları görüşmede, dizilerdeki karakterlere hatta onlara verilen isimlere kadar bir dizi tavsiyelerde bulundular.
Enver Abi’ye verilen tavsiye ise; TGRT’nin çağdaş bir kanal olmasıydı.
Onların çağdaşlık anlayışı, baldır ve bacakların açılması.
Ne kadar kısa etek giyersen, o kadar çağdaş ve ilericisin.
Etek boyun uzadıkça; gerici hatta irticacısın.
28 Şubatçıların cetveli bu.
İşte o toplantıdan 10 gün falan sonraydı.
Telefonum çaldı, arayan Enver Abi’ydi.
Enver Abi, “Metin, TGRT’yi baştan sona değiştirmek zarureti doğdu. Başına çok iyi bir genel müdür getirmem lazım. Bana iki isim önerdiler ama tam içime sinmedi. Senin aklında kimse var mı?”dedi.
Hiç beklemediğim bir soru.
O şaşkınlıkla, “Efendim, nasıl bir genel müdür arıyorsunuz?” diye sordum.
Enver Abi, “Askerle, devletle, hükümetle ve medya ile arası iyi olan bir isim olmalı” dedi.
Nasıl oldu hala bilmiyorum. Aklıma tek bir isim geldi:
– Efendim RTÜK Başkanı Ali Baransel var. Benim de çok iyi bir dostum. Bu şartla uyan tek insan o.
Enver Abi, Ali Baransel’in ismini duyunca durakladı; ”Kesinlikle çok iyi bir isim. Ama o RTÜK başkanı. O görevi bırakmaz. Bıraksa da bizde çalışmaz” dedi.
Bende, “Efendim, ben bu dünyada Enver Abi ile çalışmayacak bir kimseyi tanımıyorum” dedim.
Bu sözüm çok hoşuna gitti.
Ardından sıkı sıkıya tembihi geldi :
– Bu konu ikimizin arasında kalsın. Kimse bunu bilmesin. Ben Ali Baransel ismini biraz düşüneyim. İki–üç gün içerisinde sana kararımı bildiririm.
Ertesi gün akşamdı.
Enver Abi aradı.
Müthiş neşeliydi. Çok sevinçliydi.
“Metin Abi, Ali Baransel tamamdır. Ne yap et, ikna et” dedi.
Telefonu kapattım. Kara kara düşünüyorum.
Ali Baransel’i nasıl ikna edeceğim?
Bütün bu görüşme trafiğinde kendisiyle tek kelime bile konuşmadım.
RTÜK Başkanlığı’ndan istifa eder mi?
Etse bile bize gelir mi ?
Sabahı zor ettim.
Hemen Ali Baransel’i aradım. ”Gel bir çay içelim” dedi.
Atladım RTÜK’e gittim.
Kısa bir muhabbetten sonra kıyısından köşesinden konuya girdim.
“Ali Abi” dedim :
– Ömrün bürokratlıkla geçti. Sıkılmadın mı devlet de çalışmaktan. Gel seni TGRT’ye genel müdür yapalım.
Şaka yaptığımı sanıp başladı gülmeye.
“Aman Metinciğim. Ben özel kanallardan korkarım. Burada rahatım. Durduk yere cadı kazanının içerisine niye gireyim?” dedi.
Ben damardan girip, “Abi, ben ciddiyim. TGRT de yalnız başıma kaldım. İkimiz bir arada olursak sırt sırta verirsek medyayı sarsarız.” deyip, uzun uzun Enver Abi’yi anlattım.
Kafası biraz karıştı. “Ben bunu bir düşüneyim. Hem Enver Bey beni ister mi ?“ dedi.
Ben de, “Abi, orayı bana bırak. Ben Enver Abi’yi ikna ederim” dedim.
Çıktıktan sonra Enver Abi’yi aradım.
En ince noktasına kadar görüşmeyi aktardım.
Enver abi çok sevindi.
“Ha gayret Metin Abi, olacak bu iş galiba” dedi.
Ali Baransel’i akşam evinden, gündüz RTÜK’ten arıyorum. Sıkı markaj durumundayım.
En sonunda Enver Abi ile görüşmeye ikna ettim.
Benim de zaten derdim bu.
Biliyorum ki; Enver Abi ile yüz yüze gelirse iş bitecek.
Enver Abi gibi güler yüzlü, tatlı dilli insanı kim geri çevirebilir?
Enver Abi aradı, “Metin, yarın Ankara’ya geliyorum. Direk Bağlum’a geçeceğim. Sen gözden ırak kimsenin göremeyeceği bir restoran ayarla. Ali Baransel ile orda görüşelim. Ben Bağlum’da senden telefon bekleyeceğim”dedi.
Ben de kendisine, “Efendim, siz zaten yoldan geleceksiniz. Yorgun olursunuz. Müsade ederseniz ben Ali Bey’i Bağlum’a getireyim.” Dedim.
İnanılmaz sevindi.
Ertesi gün RTÜK’e geçtim. Ali Bey’le çıktık.
Ben Ali Baransel’in arabasındayım. Benim Arabam önden gidiyor.
Ali Bey’e nereye gideceğimizi de söylemedim.
“Ali Abi seni hiç görmediğin bir yere götüreceğim. Neresi olduğunu hiç sorma”dedim.
Ankara’yı çıktık. Bağlum’a döndük.
Ali Abi, “Yav nereye gidiyoruz. Sen beni kaçırıyor musun?” dedi.
O halde Enver Abi’nin evine geldik.
Enver Abi, güler yüzüyle Ali Bey’i karşıladı.
Üçümüz birlikte yemek yedik. Sonra ben kendilerini yalnız bırakıp bahçeye indim.
Yaklaşık 3 saat süren bir görüşmeydi.
Dönüşte Ali Baransel’in bütün fikri değişmişti.
Eşiyle ve dostlarıyla görüşmesi gerektiğini söyledi.
3 gün sonra da görevi kabul ettiğini bana iletti.
Enver Abi’ye haberi verdiğimde nasıl sevindiğini anlatamam.
İşte Ali Baransel böylece TGRT’ye genel müdür oldu.
Kendisini gerçekten çok severim. Hala da görüşüyorum.
Hasta olmasına rağmen Ankara’dan kalkıp Enver Abi’nin cenazesine gelmesi de zaten bir vefaydı.
İşte o süreçte; 28 Şubatçıların TAVSİYESİNE uygun ÇAĞDAŞ bir TGRT ortaya çıktı.
Bir yığın hanım sanatçı TGRT ekranlarında boy göstermeye başladı.
Şimdi bazılarınızın aklına şu gelebilir.
Enver Bey direnseydi?
Tabi, bekara hanım boşamak kolay.
“Ömrümü bir kişiyi kurtarmaya adadım” diyen Enver Abi, 29 bin İhlas çalışanını tehlikeye atar mı?
Böyle düşünenlere Aydın Doğan’ı örnek gösteririm.
Merhum Mehmet Ali Birand, Aydın Doğan’ın her şeyiydi.
Hem gözü hem kulağıydı.
28 Şubat cuntası Birand’ı istemedi.
Aydın Bey saniye tereddüt etmeden Cengiz Çandar ile birlikte Birand’ı kapının önüne koydu.
Oysa Aydın Doğan o süreci destekleyen bir medya patronuydu.
O’nun direnemediği tavsiyeye Enver Abi nasıl dirensin!..
Yine de ikna olmayıp Akit Gazetesi’ni örnek gösterebilirsiniz.
Akit’in başında benim dostum, arkadaşım olan Hasan Karakaya var.
Keşke Hasan kardeşimin yaşadıklarını bir bilseniz. Kaç kez baskına uğradıklarını, kaç yazarlarının sebepsiz yere hapse atıldığını bir bilseniz.
Bu noktada önemli bir ayrıntıya dikkatinizi çekmek isterim.
Ekran gülü denilen hanım hanımcık!.. Sanatçılarımızla ilgili.
Kusura bakmayın, isim veremiyorum.
Bu hanım hanımcık sanatçılarımız maalesef her haltı aleni yaparlar, bunları yazarsan namus abidesi kesilip mahkemeye koşarlar.
Şimdi ben cevabını hepinizin bildiği veya tahmin edeceği bazı sorular soracağım.
1- O dönemde ekranlarda boy gösteren hanım sanatçılarımdan hangilerinin, 28 Şubat’ın kudretli komutanlarından hangileriyle yakın ilişkisi hatta çok yakın ilişkisi vardı?
2-Bu sanatçılara program yaptırılması için hangi komutan tavsiyelerde bulunmuştur?
3-Hangi hanım sanatçımız, dönemin kudretli komutanına Fenerbahçe Orduevi’nin komutanlara ait VIP salonunda özel solo konser vermiştir?
Konser sonrası geceyi orada geçirmiş midir?
4-O dönemde hemen her gazetede haklarında çarşaf çarşaf haberler yayınlanan bu hanım sanatçılar, 28 Şubat’ın bitmesiyle birlikte neden ortadan kayboldu.
Haklarında tek bir haber bile yapılmaz oldu.
Bunun nedeni; o sanatçıların arkasındaki gücün, bugün hapishanede olması olabilir mi? Buradan bir ayrıntıyı daha sizinle paylaşayım.
O dönemde her ay Genelkurmay’da özellikle medya ile ilgili düzenli toplantılar yapılıyordu.
Ocak ayının sonunda yapılan toplantıda İhlas Grubu masaya yatırıldı.
Toplantıya katılanların bir kısmı Enver Abi’nin takiyye yaptığını belirterek İhlas’ın batırılması gerektiğini savunmuş.
Uzun tartışmalardan sonra bir müddet daha izlemeye almaya karar vermişler.
Bu bilgiyi alır almaz Enver Abi’yi aradım.
Enver abi zaten konudan haberdardı.
10 Şubat Enver Abi’nin doğum günüydü.
Enver Abi, apar topar TGRT’nin hanım sanatçılarıyla doğum günü kutlayıp, o fotoğrafı vermek zorunda kaldı.
Böylelikle onların şerrinden bir süre daha kurtuldu.
Bu mübarek insan ne sıkıntılardan geçti, ne zulümler gördü, ne dertler çekti?
Uğradığı zulümler yetmez gibi bir de TGRT’den dolayı çamur atıp, zulüm yaptılar.
Bütün bunlara rağmen tek kelime etmedi.
Bu olayın finaline Enver Abi’nin kendi sözüyle noktayı koyalım.
Enver Abi, Ankara’ya geldi.
Refah Partisi’nin kurmayları randevu almışlar.
TGRT’deki odamda oturuyoruz.
Söz döndü dolaştı TGRT’ye geldi.
Yanlış hatırlıyor olabilirim. Sanırım Recai Kutan’dı.
Recai Kutan, “Enver Bey biz sizi severiz. Muhterem kayınpederinizi de tanırız, çok severiz. Ama bu TGRT bizi çok üzüyor. Ne olacak bu TGRT’nin hali?”diye sordu.
Enver Abi, “Recai Bey, siz TGRT’ye bakmayın Türkiye Gazetesi’ne bakın. Türkiye Gazetesi benim, TGRT benim değil” dedi.
Enver Abi’nin sözünden TGRT’yi sattığını düşünen Recai Kutan, “Ya.. Öyle mi? Hiç duymadık. Kime sattınız?” diye sordu.
Enver abi, “Kimseye satmadım, geçici süre devlete verdim” dedi.
Buradaki “devlet”in kim olduğunu açıklamaya gerek yok.
O dönemde 28 şubat cuntası kendini devlet, hatta devletin de üstünde görüyordu.
Kendini devlet görenler, şimdi devletin hapishanesinde yatıyorlar.
Sincan Cezaevinde yatan cuntanın kudretli komutanlarına 1.80cm’lik yataklar vermişler.
Onlar için bu bile çok.
Çünkü onların yatacak yeri yok.Yeri gelmişken bir parantez açmak isterim.
Ben elinde viskiyle askerimize küfreden entel-dantel liboşlardan değilim.
Ordumuza hakaret eden fanatiklerden de değilim.
Peygamber ocağı kabul ettiğim TSK’ya büyük bir sevgim ve saygım var.
Benim kızgınlığım; o şanlı üniforma altında görev alanının dışına çıkan bir avuç darbecilere.
Komuta kademesinde sayıları 20’yi bile bulmayan o komutanlar; sadece kendilerini değil, silah arkadaşlarını da yaktı.
Bu 20-25 kişiye bakıp TSK’ya laf söyleyenlere, Genelkurmay Başkanı Org.Necdet Özel’i hatırlatırım.
Askerle karavana yiyen Necdet Paşa’nın yanındaki erin bardağına su doldurduğunu hepiniz görmüşsünüzdür.
Böyle bir komutan sevilmez mi?
Bu vesileyle Necdet Paşa’ya sevgi ve saygılarımı sunuyorum.
Bu yüzden Enver Abi’ye laf söyletmediğim gibi askerimize de laf söyletmem.
Abilerin paralarını vererek, ablaların bileziklerini satarak bir gelinlik kız gibi tertemiz kurdukları TGRT, 28 cuntası tarafından kirletildi.
Enver Abi’de TGRT’nin kirletildiğine inanıyordu.
Onun için büyüklerle bir sohbet sırasında, “TGRT zehir saçıyor” dedi.
O Yüzden 28 Şubat belası bitince, bir daha TGRT’yi İhlas’ın içine almadı.
Kirletildiğini düşündüğü TGRT’yi apar topar satıp elden çıkardı.
Bu kadar zulüme rağmen, Enver Abi yine de kimseye tek kelime kötü söz etmedi.
İhlas’ta çalışan 29 bin arkadaşına zarar gelmemesi için kendini feda etti.
Bizlere hep güler yüzünü gösterirken, içine attığı zalimlikler organlarına zarar verdi.
Her darbede bir organını kaybetti.
İki kez böbrek nakli geçirdi.
Beli, akciğeri ve karaciğeri zarar gördü.
En sonunda beyin kanaması geçirdi.
Bu da yetmez gibi yoğun bakımda karaciğeri de iflas etti.
Sonunda rahat edeceği aleme göçtü, gitti.
Yetim kalan biz olduk.
Enver Abi, “Biz senin hakkını nasıl ödeyeceğiz?” bunun cevabını ben bilmiyorum.
“Bizim için çektiğin çilenin karşılığını nasıl vereceğiz?” bunu da bilmiyorum.
Enver Abi’ye; TGRT konusunda iftira atanlara, şüphe duyanlara, ve kalbinden ”acaba” sorusu geçirenlere bir tavsiyem var.
Hemen abdest alıp, gözyaşıyla tövbe edin.
Bu mübarek insana bol bol dua edin.
Metin Özer (Habervitrini / 1 Nisan 2013)