Enver Abi’li hatıralar (Rahim Er – Fuara giderken)

 

Bir akşam toplantısındaydık, aynı masayı paylaştığımız davetlilerle tanışırken Türkiye gazetesinde olduğumuzdan bahsedince masadakilerden biri, ismini söylemenin yanı sıra Bulgar Cemaat lideri olduğunu da söyledi: 

Karaköy’de elektronik ticareti yapmaktaymış. Ardından bir heyecanla sözüne şöyle devam etti: “Ben, Enver Beye dua ediyorum?” Hayret ettim. O ise şu mealde anlatıyordu: 
– Biliyorsunuz Türkiye Hastanesi eskiden Bulgar Hastanesi ismini taşırdı. Cemaatimiz azalınca burayı idare edemez olduk. Bu sebeple de Vakıflar İdaresi’ne iade ettik. Bir tarihte oranın bizde olması hasebiyle Enver Ören Bey, bizlerden tedavi masrafı aldırtmıyor. Bundan dolayı duacıyım.” 

Hakikaten çarpıcı bir malumattı. Bu malumatı maille kendilerine ulaştırdım. Bir toplantıda son derecede neş’eli bir halle bu naklettiklerimi dile getirdiler… 

Sık sık “ölüm var, ahiret var, hesap var” diye bizleri ikaz ederdi. Fatih’teki evde otururken kışları odun atmak için sobayı açıp da alevleri görünce dalıp kaldığını, cehennemi düşündüğünü zaman zaman söylerdi. 
Onlar için kalb kırmamak, gönül yıkmamak, aksine kim olursa olsun Allah’ın kullarını hoşnut etmek vardı. Bir hastaneyi devraldıktan sonra eski işletmecilerine kim, neden hususi bir muamele göstersin? 
Fakat Enver ağabey bunu yaparmış… 

Türkiye gazetesi, sesli kasetler çıkartmaktaydı. Bunları kurulacak radyoya hazırlık için düşünmüştük. Aynı zamanda gazeteyle de hediye olarak verilmeye başlandı. Bu da tirajı alıp götürdü. O günlerdeydik. Telefonum çaldı. Hattın öbür ucunda bir yazarımız vardı: 
Çizgi romanı kasetleştirilip basılırken neden kendisine bir ödeme yapılmadığına dair bize ağır sitemlerde bulundu. Çizgi romanın ödemeleri yapılmıştı. Sese aktarılırken ödeme yapılmaması ise yaşadığımız yoğunlukta gözden kaçmıştı. Gazetede yazmasını bizim teklif ederek kabul ettirdiğimiz, sevdiğimiz bir insandı. Buna rağmen telefon görüşmesi tatsız bitti. Kapattıktan sonra Enver ağabeyi aramış. Biraz sonra haber geldi, bizi istiyorlarmış… 

Huzurlarına varınca ‘hadise nasıl oldu, işin esası neydi, O, ne dedi, sen ne cevap verdin?’ gibi sorular sormadılar. ‘Git özür dile, elini öp, yanından da bana telefon et!’ dediler. 
15 dakika sonra emirleri ifa olunmuştu. 
O ressam ve yazar ağabey bugün de dostumuzdur. BKY’de birkaç da kitabı çıktı. Eğer o gün öyle bir gönül alma olmasaydı belki de köprüler atılmış olacaktı… 

Enver Ören ağabey, çok şeyi hoş görebilirdi, kusurları affederdi, fakat namazdan hiç taviz vermezdi. Namaz olmazsa olmazıydı: 
Sene 1992, Las Vegas’ta dünya çapında bir TV cihazları fuarı başlayacaktı. Biz de TGRT adına o fuara katılacaktık. Kendilerine geldim, “efendim, bir emriniz var mı?” diye arz ettim. “Şu cihazlara bakın, şu markaya dikkat edin” şeklinde bir tenbihleri olmadı. Bizi çok iyi tanıdıkları halde şunu dediler: 
– Namazlarına dikkat et…

Rahim Er (Haberkuşağı / 1 Nisan 2013)

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir