36 yıl önce tanıdım. (Hayır, elbette bin yıldır tanıyanlar da var. Buradan bir pay çıkarmıyorum.)
Çocuktum.
Çok sevdim. Bunun sebebini anlamak kolay değil. Sevmemek mümkün de değil.
Herkes gibi…
Ben de çok sevdim.
17 yaşına geldiğimde Türkiye Gazetesinde çalışmaya başladım.
Bir gün yazı işlerini ziyaret etmişti. Çok sevinmiştik. İdareci ve ileri gelenlerle yuvarlak bir masada
sohbet ediyordu. Şen şakraktı. Herkese neşe ve enerji veriyordu. Ben de kenardan dinliyordum. Fakat
karşıdaki binaya dizilmeleri için haberleri de götürmem gerekiyordu. (Ofisboydum.)
Koşa koşa gidip geliyor, aralarda sohbeti takip etmeye çalışıyordum. (Aktüel bir sohbet. Neticede yazı
işleri. Haberler filan…)
Karşı binaya haberleri bırakıp döndüm ve yazı işleri binasına girdim ve merdivenlerde Enver Abiyle
karşılaştım.
Çok ama çok üzgündü. Çok ama çok hüzünlüydü. Merdivenleri ağır ağır iniyordu. Hafifçe gülümsedi.
Ve çıkıp gitti.
O zaman anladım. (Gündüzleri gülüyor, geceleri ağlıyorum lafı meşhur ya…)
Gülmeyi ve ağlamayı o zaman anladım.
xxx
O’na…
O’nu sevmeye ve O’nun tarafından sevilebilmeye endeksli bir hayat sürdük hep.
Çünkü O hep “Hocası”nı anlatıyordu. Nasip oldu; “Hocası”nı da gördüm ve dinledim. O Mübarekler de
hep “Hocası”nı anlatıyordu.
Velhasıl “Silsileyi Aliyyeyi Nakşibendiye” büyüklerinin en önemli birinci vasfı buydu; her biri
“Hocası”na aşıktı.
Zincirin ilk halkası Sevgili Peygamberimize ulaşıyordu. Ebubekir Efendimiz, Resululah’a (Aleyhisselam)
aşıktı. Ve O’da kendisine “Habibim” diyene…
Çok basit.
Biz Enver Abi’ye âşıktık. Çünkü o Allah’a giden yolun “Kapı”sıydı.
Xxx
Güler yüzlüydü… Cömertti… Sabırlıydı… Hoşgörülüydü… Falan filan… Bunların hepsinin bir arada
toplandığı birçok insanı bulmak mümkün.
Hatta içimizden gelerek onlara da “Abi” deriz.
Ama Enver Abi “1” taneydi.
İnsanı kendine çeken manevi kaynağın süsüydü o hasletler… Onda bir çekim alanı vardı.
Lafla, okumakla, öğrenmekle vs. olmuyor.
Seçilmekle oluyor.
Hocası “O”nu seçmişti.
İstikametin yanında “keramet” ne ki? Böyle öğrendik. İstikametine hayran olduk; belki ayak
uyduramadık. Gizli aşikar kerametlerine şahit olduk/ oldum. Nasibi olan inanır.
Xxx
İçimizde derin bir sızı var. Dinmez.
Lakin bende bir sızı daha var. “Yarabbi borçlarımı ödemeden canımı alma!” diyordu. Biz onun
duasına güvenip hiç yardımcı olmadık. Ne ahmakmışız. Sıkıntıları, mükellefiyetleri, yorgunlukları,
uykusuzlukları, hastalıkları “aşkımıza” layık görüp yan gelip yattık.
Şimdi gözüne far ışığı çarpmış tavşan gibi kaldık ortada.
Xxx
Elbet bu hizmet yürür.
Bu gemi yüzer.
Adamsak Enver Abimizin borcunu da, harcını da yerde bırakmayız.
Ama şaşkınız şimdi.
Onsuzluğu hiç düşünmedik.
Xxx
Muammer hatıra istiyor. A be kardeşim. Beni o iş sahibi yaptı. O evlendirdi. Çocuklarıma isim verdi.
Sünnetlerini şereflendirdi.
Hatıra; hayatım.
Ama sanmayın ki çok da imrenilesi bir hayat; maalesef kaynağa yakın durup susuzluktan debelenmek
gibiydi bizimkisi.
Mesela benim suratsızlığıma çok kızardı. “Hacı gül bakayım…” diye o kadar çok fırçasını yedim ki…
Fakat diyemedim hiç, “Ben sizin o merdivenden inişinize takıldım…” diye…
xxx
Hastaneye son gidişlerinden birkaç gün önce baş başa görüşmek nasip oldu.
Ürkek bir serçe olmaktan kurtulamıyordum karşısında. Birkaç mesele danıştım. Enteresan
nasihatlerde bulundu.
Elini öptüm. Elini kaçıracak kadar bile iyi değildi aslında. Gülümsedi. Öptüğüme kızar gibi yaptı.
Ama çok güzel öptüm.
Vedalaşmışız meğer.
Xxx
Enver Abi, ulaşılmaz bir sevgili, varılması gereken bir hedef gibi, kitaplarımdaki yazılarımın çoğunun
muhatabıdır.
“Kalbim Nerde Sanıyorsun”, “Efendim” başta olmak üzere, birçok yazım Enver Abi’yle halleşmedir
aslında…
Xxx
Gazete çıkardığı için gazeteci olduk. Televizyon kurduğu için televizyoncu…
Uymaya, benzemeye çalıştık.
Kıyıdan uzaklaştık kimi zaman.
Allahtan belimizdeki halatı çekti her seferinde.
xxx
O varmış gibi, ölmemiş gibi, birkaç gün sonra gidip görecekmişim gibi yaşamaktan başka çarem yok.
Yoksa geminin güvertesi o kadar kaygan ki…
Murat Başaran
Ben sizin kadar şanslı değildim kendilerini yakından tanıyacak kadar. Ama sizin yazdığınız bu satırlarda gözyaşlarıma hakim olamıyorum. Kalbimde derim bir sızı bundan sonra Enver ağabeyim bu hayatta yok ya hiç bir şey iyi olmayacak gibi derin bir keder içerisindeyim tüm sevenleri gibi.
DERYAGÜL
O Güzel’in mis kokulu çiçeklerinin arasındaki tek “mahzun çiçek”,
O Güzel’in mahzun yüzünü bir kez görmekle bir ömür mahzun yaşamış…
Ve onun için hüzün bir insana/bir kaleme bu kadar yakışmış demek ki…
Mevlam ahirette en güzel yerlerde Onun gül yüzüyle mesrur etsin ve ebediyen güldürsün sizi Murat abiciğim…
Ellerinize, yüreğinize sağlık. Güzel gönlünüz dert görmesin, göreceğini görmüş olsa da her ne kadar bu merhalede…
Saygı, sevgi ve selamlar…
Hicran Seçkin