En az bilmem kaç yıllık tecrübesi olan kır bıyıklı şoförler kullanırdı bizim hattaki kırmızı Leyland’ları… Biz de (sınıflardaki karatahtanın üzerine asılmış hece fişlerinin küçüklerine benzeyen) otobüs duvarlarına vidalanmış metal plakalardaki yazıları hecelerdik. Zaman boldu nasılsa; Üsküdar ile İncirköy arası 50 dakika!..
“Serbest kart ve pasolarınızı istenmeden gösteriniz!” Yazardı arka kapıdan binince hemen sağda oturan biletçinin duvarında. Pencerelerin üzerinde:
“Ayaktaki yolcuların ön kapıya doğru ilerlemeleri rica olunur!” Önde ise: “Lüzumsuz yere şoförle konuşmayınız!” diyordu. Başka bir “fiş” ise bize şunu heceletiyordu:
“Ön sıralardaki yerlerin yaşlılara, gazilere, hamile veya kucağında çocuğu olan hanımlara terkedilmesi rica olunur!..” İniş kapısının yakınındaki metal plakada da şöyle diyordu:
“İstiklâl madalyası hâmili muhârip gâziler ön kapıdan binerler…”
Dilim varsa;
“Bu kelimeler ile beraber manâları da tarihe karıştı” diyeceğim, ama utanıyorum!..
Hayat bir incelikti sanki biz çocukken, veya bana öyle gelirdi… İncecik manâları olurdu kelimelerin, ve onların ayrıca bir de yansıyan derinlikleri olurdu!..
Mala gibi sert ve keskin kenarlı değildi manâ… Şiiriyeti vardı, meltemi vardı… İki “a” da biraz uzatılırdı ama, ikincisi inceltilirdi de… Manâlı bakışları anlatırdı arasına pembe gül yaprağı konmuş mektuplar ve bakışların manâsını söylerdi şarkılar…
Bu kelime, şimdi “anlam”a kanırtıldı; aynen hayat kelimesinin “yaşam”a döndürüldüğü gibi… Veya, “sorun” kabızlığıyla; en az kırk adet hoş ifadenin önünün tıkandığı, yolunun kesildiği gibi!.. (Çıkılmaz sokaklara girmesek daha iyi!)
Sabah sabah nerden çıktı bu konu, derseniz söyleyeyim… Biraz önce; “her otobüsün her seferi için kontenjandan bir koltuk ayrılmasını ve gazileri bedava taşıdıklarını duyurmalarını” söylüyordum bir firma yetkilisine… Hatta her arabada, üzerinde “şeref koltuğu” yazan bir portatif kılıf bulundurup, eğer bu seferi şereflendirecek böyle bir yolcu alınabilmişse otobüse, onun oturduğu koltuğun arkalığına geçirilmesini hayal ediyorken… Uyandım!..
Uyandım, işte böyle güzelliklere, millet olarak “tekrar uyanmayı” hayal ederek. Uyandım; 29 Ekim sabahı olduğunu bile hatırlamadan… Karanfil kokulu bayrağımı henüz açıp koklamadan!..
…..
Sonra uzun uzun düşündüm; bu rüya ne demektir? Ve şunu tahmin ettim sonunda:
Millet olarak, bize MİLLET OLMA ŞUURUNU tekrar hatırlatacak yöneticilere-siyasilere ACİL ihtiyacımız var… 2002 Kasım’ı, bir dönüm noktası olur inşallah…
ÖLÇÜYE BAKAR MISINIZ!..
Bu kulaklar, neler duyuyor!..
Dün akşam arabanın içinde aynen şöyle dedi biri:
…..
“Hayırlısının kim ve ne olacağını elbette Allahü teala bilir…
Ben, iyi adamların hangileri olduğunu bilemesem de, kötü adamların kimler olduğunu iyi biliyorum… İşte onlar tarafından en fazla hücum edilen kişilerin de diğerlerinden daha iyi olacağını umuyorum!..”
Stop
Muammer Erkul
30 Ekim 2002 Çarşamba