Gündemi ben oluştururum
Koğuuuuuş… Kalk!
Bu emir “demiri” keser, ve ölü olmayan herkes fırlar ayağa.
Üç dakikan var; ilk üç dakika içinde önce (en zoru) gözünü açacaksın, üç dakika içinde ranzadan atlayacaksın, üç dakika içinde yatağını (hem de jilet gibi) toplayacaksın, üç dakika içinde pijamalarını çıkaracak, üç dakika içinde eğitim elbiselerini giyeceksin, aynı üç dakika içinde takım-teçhizatını kuşanacaksın, üç dakika içinde postallarını giyeceksin, bağlayacaksın ve üç dakika içinde söylenen yerde sıraya geçmiş olacaksın…
Koğuuuuuş… Kalkk!
Siz üç dakikanın kaç dakikada(!) bitiverdiğine hiç dikkat ettiniz mi?
Ardından da başka komutlar gelir elbette bölüğe;
Yat!.. Kalk!..
Veya;
Mıntıka temizliğineee, başla!
Ya da;
Yürüyüş kararı sayılacaak… Sayyyy!
Askerin gündemini, takım çavuşu belirler.
Yerinde saaay!..
İleriii, marş!..
Sağaaaa, dön!
Kandıralıı, sen de dön!
Bildim bileli hastayım işte şu Kandıralı’ya. Süper bir adammış… Bizim bölüğün askeri miymiş, belli değil, ama bütün memleket tanır onu.
Şu iş yapılacak, yap!
Kandıralı, sen de yap…
Bölüüük, dur!
Kandıralııı, sen de dur!
Aslında her bölüğün “Kandıralı”ları da yok değildir hani, değil mi?
Her bölüğün, her köyün, her kahvenin… Her sınıfın, her mahallenin, her grubun.
Yaşasın Kandıralılar…
Memlekeeet, kalk!..
Ülke dikilir ayağa.
Gazeteleriii aç!..
Bütün gazeteler açılır.
Belirlenmiş gündemin yazılarını okuu!..
Belirli gündemin yazıları okunur.
Sayaların kapısınıı, aç!..
Bütün kapılar açılır.
Koyunları dışarıyaa, sal!..
Bütün koyunlar dışardadır.
Şu taraftaki meraya doğruu, sür!..
Bütün koyunlar o yana doğru koşar.
Su içmeyeee, koşş!..
Kurt geliyooor, kaç!..
Bugün Kurban Bayramıııı…(!)
Ben Kandıralı kadar Kandıralı sayılmam.
En azından bütün bölük dönünce ben, dosdoğru gidip karşıdaki duvara toslamam!.. Ama tam da uykuya dalmaya hazırlandığım dakikalarda duyduğum “koğuş kalk” komutlarını duymak da işime gelmez…
Herkesin gazete açtığı saatte gazeteleri açmam, herkesin televizyon seyrettiği vakitlerde televizyon seyretmem.
Ve her sabah herkesin yeniden başbakan olduğu dakikalarda başbakan olmam.
Ben… Kendi başımın başbakanıyım!
Ben… Mevcut başbakana uyuz olup kaşınmak yerine, kendimi sevmeyi tercih ederim.
(Şimdi bu kendimi sevmek çok lastikli bir kelime! Kimse bilimsel isimler bulmaya falan çalışmasın bana… Asıl isim aranması gerekenler; Kandırasızlar, farkında mısınız?)
Bugün Fener’e başkan bulunacak;
Hurrra!…
Bugün yeni Cumhurbaşkanının kim olacağına karar verilecek;
Hurrra!…
Bugün Avrupa Birliği’ne dahlimiz tartışılacak;
Hurrra!…
Bugün hükümete rağmen Öcalan’ın “neresinden” asılacağına karar verilecek;
Hurrra!…
Bazen de ben düşünüp duruyorum; acaba benim “hasta” olduğumu düşünüp duran insanların hasta mı olup olmadığını…
Halbuki benim yazdığım konular, bence herkes için en mühim “gündemlik” konular.
Başbakana lüzumlu değil mi yani, kavanoza taşları (dünkü yazı) ne şekilde doldurması gerektiği? Elbette lüzumlu…
Ama aynı taşların aynı kavanoza nasıl doldurulması gerektiğini bilmek asıl, her gün defalarca “başbakan olan” sade vatandaşa lazım!..
Emin olun başbakanlar milleti kadar başbakan olmaya çabalamıyor. Çünkü onlar almışlar vazifelerini, işlerini yapıyorlar…
Ya bizler?..
Başbakanın düşürülmesine uğraşılacaaak, uğraş!..
Gündem ne demektir?
Kafa yorulacak, çene çalınacak konu.
Her oda dolusu “başbakan”ın kafasından ayrı ayrı sesler çıkarken, bir müstakbel “başbakan” yeni gelen çayı karıştırıyor:
“Şangır, şangır; çıngır, çıngır!..”
Bir oda dolusu “kültür bakanı” memleketin beyin ıslahına çabalarken, aynı kültür bakanlarından biri çayını içiyor:
“Höoooorrrrppppfçşş!..”
Memlekette konu mu yok? Al işte sana (yani al işte bana) gündem.
Bu memlekette elini burnundan uzak tutamayan, geğirtisini sessizce salamayan binlerce değil, milyonlarca kişi, enflasyonu nasıl zaptedeceğini, para kaçağını nasıl tutacağını ve refahı rahmet bulutları gibi bu toprakların üzerine nasıl salacağını biliyor…
Beş yolcusuyla geçinemeyip her seferde kavga çıkaran taksi soförü, altmışbeş milyon kişiyle nasıl geçineceğinin dersini veriyor. Dinlemeyen olursa da en tenha yerde indirip dersini veriyor!..
Yeni yeni idrak ettiğim bir hakikat var;
Kendini ıslah edemeyen insan, memleketi ıslah edemez…
(Sözüm meclisten dışarı… Bu hakikat, elbette altmışbeş milyona değil, kendimeydi!)
Bu, biraz da şuna benziyor;
Üç ay üst üste çalışmayı becerememiş biri, pamuk çuvallarının altından gelen Sabancı’nın inşaatından çıkıp gelen Tatlıses’in parasına trafik polisliği yapmaya soyunuyor.
Her gün bin tane “gündemlik” konuyla karşıkarşıyayız aslında fertler olarak, ama farkında değiliz…
Neden?
Çünkü, önümüze konan “gündem”leri tıkınmaktan başka şey görmüyor gözümüz. Öyle değil mi?
Diğerlerini görmekten aynaların farkına varmıyoruz bile!
Bu memleketin bütün problemini aynalar gösterip duruyor aslında, değil mi dostlar,
Aynalar ayna olduğundan beri!
——————————————————-
Şiirin şiir olduğu zamandan:
GEZİNTİ
Ahmet Hamdi Tanpınar (1901-1962)
İkiz hayaletler gibi yürüdük
Puslu aydınlıkta o bahar günü
Gece, bir tepeden seyrettik, büyük
Yıldızların suya döküldüğünü.
Ülker, Demirboğa, Altınkelepçe
Tılsımlı gülleri gökbahçesinin,
Bir bir açıldılar… Ve ıssız gece,
Suda tekrarlandı, ilhamlı, engin,
Bir âlem kurulur gibi yeniden
Baştanbaşa hayâl, düşünce, rüyâ,
Billûr bir kadehe benziyordun sen
Uzanan yüzünle bu parıltıya!
Roma’da ikinci olmaktansa herhangi bir köyde birinci olmayı tercih ederim.
Sezar
Güneşin sana ulaşmasını istiyorsan, gölgeden çık.
Konfüçyüs
……….
Stoplayanlar
Abdülkadir Kesikbaş, Arif Kesikbaş, Kevser Tanışman, Yüce Karacagil, Şahane Tok-Ankara, Rahim Kucur, Ahmet Toprakçı, Fahri Gökçal, Ahmet Eren, Abdullah Arvas-ABD, Gamze Şahin, Rahmi Ölmez, Neşe Selçuk, Hasan Dinç, Mustafa Esen, Jale Ecevit, Ayşegül Dişiaçık, Ayşe, Ayşe, Ayşe, Ayşe, Sinan Yaprak
Stop
Muammer Erkul
19 Ocak 2000 Çarşamba