Hadi, rahat ol
Benim için yazarken en büyük rahatlık nedir, bilmek ister misiniz?..
O günkü yazıyı kimlerin okuyacağını DÜŞÜNMEMEK…
…..
Keşke bu sırrımı vermeseydim, diye geçirdim şu anda aklımdan…
Çünkü (belki de uzun zamandan beri ilk defa) bu yazının da kimbilir kimler tarafından okunacağı geldi aklıma.
İşte böyle düşündüğünde tedirgin oluyor insan, ve ne yazacağını şaşırıyor…
…..
Bırak, kim okursa okusun…
SEN YAZMANA BAK!..
O kadar kolay ki bu;
Oturuyorsun makinenin başına, veya alıyorsun kalemi eline; SADECE YAZIYORSUN!..
…..
Odanda kimseler yook…
Evinde kimseler yook…
Şehirde kimseler yook…
Hatta dünyada kimseler yok diye BİLE düşünebilirsin…
…..
Yazını bitirinceye kadar böyle düşünürsen kimseler dövmez seni!..
(Düzeltilmesi gerekenleri sonradan, bir başkasıymışsın gibi kendi yazını okurken düzeltirsin…)
Yazarken “gündelik olan” herşeyi unut…
Şimdi durum ne?..
SEN VARSIN…
O VAR…
Bir de; senin duygularının ona ulaşmasını sağlayacak olan KELİMELER…
…..
Öyleyse sev kelimeleri, oyna onlarla ve süsle onları…
Her birine “en derin anlamları” yüklemeye çalış…
…Ki girip, zerkedildiği her damarı, karıştırılmış (kuvvetli) iğneler gibi yaksın!..
Böylece, uzuun zaman önce;
Haftada şu kadar gün yayınlanan köşesindeki yazılarına konu bulmakta zorlandığını söyleyen dosta da cevap vermiş olduk…
Umarım okur bu yazımı ve (aslında sır olmayan) sırlarımdan birine vakıf olmuş olur…
…..
Şimdi de ne hissettim biliyor musunuz?..
Okur yelpazemdeki (bir şekilde tanımış olduğum) insanların biribirlerinden farkını…
…..
Sadece psikoloji öğrenmek isteyenlere konuşsam problem değil… Sadece “tedavi” görenlerle görüştürülmüş olsam dert değil… Motive olmak isteyen siyaset meraklılarının karşısında olsam sıkıntı yok… İlk gönül kondurduğu sınıf arkadaşının kendi duygularından habersiz olduğu için ağlaşanlar grubuyla gözgöze ve kalp kalbe irtibata geçmiş olsam kolay… Pazarlamacılar veya öğretmenler yahut ev hanımları hatta yaşlılar ile çocuklar olsa karşımda…
…Ama değil!..
Yani bunların hiçbiri değil; çünkü HEPSİ birden aynı anda gibi sanki.
Anlatabiliyor muyum, bilmiyorum…
Öyle zıt, biribirleriyle alakasız, farklı karakter, yaş, ayrı eğitim, kültür ve yaşama biçimindeki insanlarla karşılaştım ki; belki beni bu konudaki rahatlığa da iten bu oldu…
Şimdi, diğer DETAYLAR pek de umurumda değil…
…..
Artık öğrendim…
Biliyorum ki bu yazının biryerlerde bekleyeni var.
Peki o “BEKLEYEN”in kim olduğunu biliyor musun?..
SEN!..
Ben bu konuda işte bu kadar RAHATIM, sen de rahat ol…
Biliyorum bazen rahatsız olmak rahat olmaktan çok daha yakın ve kolay…
Ama istersen bunu, yani rahat olmayı seçebilirsin.
…..
HADİ, DENE BUNU…
Belki göz ucuyla ve “okuduğunu kimsenin görmediğinden emin olduktan sonra” okuyorsun bu köşeyi!..
Bundan da emin ol ki; kimse anlamayacak okuduğunu, çünkü bu satırları dünyadaki herkes okumayacak!..
Sen… Sadece sen rahat ol.
Kimse bilmesin neyi denediğini, ama dene bunu. LÜTFEEN!.. İnan ki rahat olmak aslında rahatsız olmaktan daha kolay…
Rahat ol…
Rahat olduğunu düşünürsen rahat yazarsın…
Senin (ve benim) yazdıklarını okumuyor ki kimse, yanlış bile yazabilirsin… Odanda kimseler yok çünkü şimdi…
Bir sen varsın, bir de (yazdığın) O!..
Haliyle duygularını aktarmana yarayan kelimeler de var.
Yaz hadi kimse görmeden(!) ve bırak “yettiğini düşündüğün” yerde, işte aynen, şimdi benim burda bıraktığım gibi…
———————————————————-
Kırmızı gül
Bir ülke varmış eskiden. Ve bu ülkede hiç ama hiç kırmızı gül yokmuş, bütün güller beyaz renkteymiş.
Bir de birbirini çok seven bir kız ve bir delikanlı varmış… Birbirlerine çok yakışıyorlarmış. Kız çok güzel delikanlı ise çok yakışıklıymış. Delikanlı bu kız için her şeyi yaparmış. Kıza evlenme teklif etmiş. Kız ise bir şart koymuş ortaya:
‘’Bana kırmızı renkte bir gül getirirsen seninle evlenirim.”
Delikanlı çok üzülmüş bu şarta, çünkü hiç kırmızı gül yokmuş bu ülkede.
Beyaz güllerle dolu bir bahçeye gitmiş, aramış ama yok. Sonra oradaki bir bülbüle derdini yanmış.
Bülbül dinlemiş genci. Ve en sonunda;
‘’Üzülme delikanlı, yarın buraya aynı saatte gel, kırmızı bir gül göreceksin… Onu al kıza götür, evlenin mutlu olun. Sen onu çok seviyorsun mutluluk hakkın.’’ demiş.
Çocuk buruk halde ayrılmış ordan. Ertesi gün bahçeye gitmiş koskoca bahçe beyaz güllerle dolu yalnızca en ortada kıpkırmızı bir gül!!
Delikanlı biraz şaşkın, biraz heyecanlı, biraz mutlu koşup gitmiş gülün yanına…
Ama gördüğüne gerçekten çok üzülmüş.
Bülbül yerde, kendini, dikeniyle öldürmüş olduğu gülün hemen dibinde cansız yatıyormuş;
Delikanlı, kendisinin mutluluğu için, bülbülün kanıyla boyadığı “kırmızı” gülü alıp kızın yanına gitmiş.
Kız, arzusu gerçekleştiği için çok sevinmiş ve kendisine kırmızı bir gül getiren delikanlıyla evlenmeyi kabul etmiş.
Ama delikanlı;
“Benimle evlenebilmen için bülbülün ölmesi mi gerekiyordu?’’ diyerek oradan ayrılmış ve bir daha da hiç dönmemiş…
(Anonim)
Stop
Muammer Erkul
20 Ekim 2000 Cuma