Bir avuç karpuz çekirdeği kalmışta, miras olarak. Ve bir vasiyet:
"Yetiştir… Ye… Yedir… Öğret!.."
Şimdi pür dikkat; hangi kişinin, neredeki toprağına, hangi mevsimde ekeceğine karar veremiyordun bu tohumlardan… Sonunda, kıyabildiğin ilk çekirdeği yere gömüp, bir an evvel çıksın diye başında beklemeye başladın!..
Dedin ki; üstünü örteyim de, tohumumu kapmasın kuşlar… Düşündün; ilaçlar öğreneyim de, böcekler yemesin köklerini… Aman susuz kalmasın… Suyu fazla gelmesin… Güneş ışığı alsın, ama sıcaktan kavrulmasın… Patikanın yönünü değiştireyim ki üstüne basılmasın…
Günler geçti, ve haftalar; gözünü kırpmadan baktın gözüne karpuzunun…
İşte, diyordun. Bir yaprak belirdi minicik… Şu taraftan da yeni bir tane çıkacak sanırım… Yanı başına bir korkuluk yapmalı bunun, kargalar delmesin, saksağanlar yemesin…
Cebinde saklı duran diğer çekirdeklerini kolluyordun bir yandan. Vasiyet ise hep aklındaydı: "Yetiştir… Ye… Yedir… Öğret!.."
Hayatını adamıştın… İlk denemende en çelimsiz çekirdeği koymuştun toprağa, tecrübe için. Ömrünün son dilimi işte bu çekirdeğin başında geçiyordu…
Yetiştirecek, tadına bakacak, ve ikram edecektin; sıcaktan bağrı yananlara…
Nihayet uzadı dallar, gelişti yapraklar ve minicik bir karpuz peydahlanıp büyümeye başladı… Fakat bu şey, karpuz değildi sanki,,, değişikti… Beklediğindi, ama beklediğin gibi değildi!.. Koskoca kök bu küçücük karpuzcuğu beslemeye çabalıyordu nice zamandır… Ve bir gün, görevleri bitmiş olmalı ki; yapraklar sararmaya başladı…
Tek şey kalıyordu geriye: Hasat…
Bir örtü yaydınız yere, bir sini koydunuz üstüne… Keskin bir bıçakla (sanki canını yakmamaya çalışarak) yardınız karpuzu. Kıpkırmızı olması bir yana, pembe bile değildi… Şaşkındınız. Çünkü, ilk vasiyetin devamı gibi bir nasihat vardı içinde!..
Diyordu ki:
"Avucundaki bütün çekirdekleri, uygun gördüğün yerlere birer birer ekseydin, ve hepsine aynı muameleyi yapsaydın, köklerin çoğu lezzetli karpuzlar verecekti…
Kendin yiyecektin, ve bu lezzeti ikram ettiğin insanlar ise senden; "bu işin ne kadar kolay olduğunu" öğrenecekti. Yani kopyalanacaktın…
Yaptığın iş; kendi bugününü, ve henüz ekilmemiş tohumların yarınlarını israf oldu!.. Halbuki, bostancının vazifesi; eline geçen bostan tohumunu, ilk müsait zamanda toprağın koynuna vermektir… Hangi tohumun, ne zaman çıkacağına karar vermek değil!.."
Şimdiii… Şimdi bu satırlar kime ne söyledi, bilmiyorum… Çünkü bazıları "karpuz" deyince; karpuz anlıyor…
Bazı kimseler "karpuz" kelimesini duyunca; insanı hatırlayacak…
Bazısı da "karpuz" işitip; kitapları düşünecek…
…..
Ben mi?.. Ben ise; vasiyeti, ve nasihati hatırlayacağım…
"At tohumu be oğlum, diyeceğim kendi kendime…
At tohumu ve yürü… At tohumu git, at tohumu durma, at tohumu bekleme… At tohumu unut…
Çünkü çok karpuz; başında çok beklemekle değil, çok tohum atmakla oluyormuş!..
Sen, avucundaki tohumları toprağa kavuşturmaya çalış;
Gerisinden sana ne!.."
Stop
Muammer Erkul
13 Haziran 2004 Pazar