Göztepe’ye kadar, yaklaşık 150 kilometrelik yolu, (hem de arabasız) tepmeme değdi. Çıkınca da Bağdat caddesine yürüdük.
Biliyor musun, ben de çok özlüyorum oraları…
Sonra Kadıköy’de oturup birer bardak çay içtik, üç kişi… Otobüsümü aradığım zaman; artık ona yetişmemin imkansız olduğunu ve geceyi burda geçirmem gerektiğini anlayıp, birkaç saat daha oyalandım… Bu defa da, ablamların yeni taşındıkları semtin durağını karanlıkta farkedemediğim için hiç bilmediğim yeni yeni mahallelerin arasından geçip son durağa kadar gittim. Yani, kayboldum!..
Bunları, "İstanbul’dan haberin olsun" diye anlatıyorum sana, yani şehri özlemişsindir diye…
Sergi mi?..
Görseydin, nefesin kesilirdi!.. Param olsaydı, en az yarısını kaldırırdım… Birkaç da yağlıboya vardı ama, ben onun suluboyalarına bayılıyorum…
Hani bir de İstanbul ağırlıklı çalışıyor ya… Bir de eski sokakları çalışıyor hani… Deniz-İstanbul ve eski sokaklar; "al da canımı vur duvara" yani!..
…..
Bunlar, bunlar benim "yazılarımın resmi" sanki… Okuyucular görse sanırım aynen böyle söyler…
Bizim eski kitapta bir yazı var; Sokak Geçti İçimden… Orda diyor ya, bilirsin;
"Gördüğüm an; / Tam göğsüme denk geldi ucu. / Sesim kördü, gözüm sağır… Ve aklım; kedilerin oynadığı yumak gibi dolaşık! / Sokak, saplandı bana!.. / "Sokak" saplandı bana!
Yıllar eziliyordu… / Yılları çiğniyordum attığım her adımda… / Sokak içimden geçiyordu; / İçimden geçiyordu sokak!.." diye devam eden bir yazı var hani. Hani, yıllaar sonra çocukluğunun geçtiği sokaktan geçen bir adamdan bahseden o yazı… Ve;
"Ben mi geçtim, o mu geçti içimden" diyen…
"Yıllar ve yıllar sonra senden geçmese miydim, benden vazgeçen sokak?.." diyen, o yazı…
İste o sokak da Ömer’in resimlerindeki sokaklardan biriydi… O sokak da; kırmızı tuğlalar ile iki yanı yükseltilmiş, paslı ve siyah demirden kapıları olan bahçe duvarlarının arasında kalan bir sokaktı…
Sarmaşıklar tırmanırdı baharda, ahşap köşkün çatısına doğru, sabırla…
Ve kışın kar yağardı, bana inat; üstüne basmaya kıyamadığım!..
Sonra, kaburgasındaki yaraya üzüldüğüm bir bezgin atın çektiği arabayla bir adam geçerdi sokaktan… Duvarın köşesinde oturan kadın bakıp kalırdı ardından; belki ata, belki adama, belki arabadaki iki çeki oduna… Kim bilir, belki de tıkırtılarla geçen zamana!..
Kadın deyince hatırladım; bir kadın da Yenicami’nin merdivenlerinin köşesinde otururdu, bilirsin… Önünde bir uyduruk sandık olurdu da yem satardı hani; “tup, tup, tup” diye yüreği çarpan güvercinler gibi içi uçuşan bir çocukken biz!..
Ve biz; koşmayı unutmamışken hani…
Ve biz; yüreğimizi bağlamamışken zincirlere!..
…..
Ne kalmış biliyor musun bize, çocukluğumuzdan?..
Kelimeler ve boyalar!..
Sen…
Sen şimdi başka bir kıtadasın, ben bir başka kıtada…
Çocukluğumuzun geçtiği sokakların resimleriyse; çocukluğumuzun geçtiği kıtada!..
Sen…
Sen şimdi bir başka denize bakıp siliyorsun gözlerini…
Ben bir başka denize bakıp duygulanıyorum…
Ve resimler…
Ve aslında bizim olan o resimler, İstanbul’da… Anadolu yakasında… Bizim, tozunu soluduğumuz sokakları yansıtarak inliyor!..
………
Not: Ömer Muz suluboya resim sergisi, Galeri Çamaş’da (Göztepe benzincinin arkasındaki ikinci sokak) Mayıs’ın 15’ine kadar açık kalacak.
Tel: (0216) 385 0015 – 357 0032
Faks: (0216) 386 5616
Stop
Muammer Erkul
04 Mayıs 2002 Cumartesi