Korsanlar
Televizyonda birkaç defadır rastlıyorum… İbrahim Tatlıses veryansın ediyor korsan kasetçilere;“Bunca sanatçının kaprisini ben çekeyim, teri ben dökeyim, vergiyi ben ödeyeyim, malı mülkü ben satayım… Sen kaseti al, çoğalt ve üçyüzbine sat. Bu, sahtekarlık… Devletin parasını çalmak… Seni soyuyorlar, ne zaman sıkı takip edilecek bunlar?.. Dünyanın hiçbir ülkesinde bulamazsın bir tek korsan kaset…” diye bağırıyor.
Eminim birileri televizyon karşısında kaykıla kaykıla diyor ki;
“Sen parala biyerlerini ustaa!.. Sıkıysa yaptırma da görelim!..”
Ama aynı anda başka birileri de diyor ki: “Yapıyorlar işte kardeşim. Nasıl önünü alacağız ne biliim!..”
Biiir sürü insan da şöyle diyor:
“Tamam abicim, haklısın da… Hatta seni de severim ama, adam bir kaset parasına üç kaset verip bir de çay ısmarlıyor bana!..”
Ne olacak dersiniz?..
Adı, amblemi kullanılan, kaseti çoğaltılıp çoğaltılıp piyasaya sürülen Tatlıses, birilerinin bu “tatlı kârına” dur diyebilecek mi?
Bu şartlarda sanmıyorum.
İbrahim Tatlıses değil elbette sadece bu konudan dertli. “Çeyrek şarkıdan” daha fazlasını başarabilecek kadar sanata bulaşmış ve bu işi ekmek kapısı gören herkes yakınmada. Yüzlerce besteye, onlarca kasete imza atmış olan Orhan Gencebay istediği kadar “onur”dan bahsededursun, biliyorum bu gece de kasetler dolmaya ve yarın sabah da bangır bangır satılmaya devam edecek.
Bu korsan konusu hazır gündeme gelmişken gündemde tutulmalı.
Hem de el birliğiyle…
İşin içindeki insanlar konserlerde bir dakika az kırıtıp, televizyon programlarında bir dakika az geyik muhabbeti yapıp insanları “korsan” konusunda bilinçlendirmeli.
Bu iş, kameranın önündekilerin boynuna borçtur… Ve “sanatçıyım” diye ortalıkta gezinenlere
Fener-Cimbom kritiği yapmaktan çok daha vazifedir.
Öyle, değil mi?..
Peki bu hırsızlık kasetlerde oluyor da kitaplarda olmuyor mu?.. Kaç yayıncı dükkan kapatıyor, kaç müellif pazara küsüyor her sene farkında mısınız?..
Ve kaç cânım eser kendi korsan kopyası ile fiyatta rekabet edebilmek için yeni baskılarında kalitesinden ne kadar fedakârlık ediyor?..
Kim kaybediyor dersiniz?
Yayıncı mı?
Yoo, yayıncı kereste de satar…
Yazar mı?
Hayır, yazar okul önlerinde şalgam suyu, simit de satar…
Öyleyse kim kaybediyor?
Sen kaybediyorsun…
SEN!..
Maddî ve manevî açıdan bu ülke kaybediyor.
Açmalı insanlar artık gözünü; ki korsanlar vicdanlarının üzerine taktıkları kara bandı çıkarsın artık!..
Yusuf Korkmaz diye bir dostum vardı. (Şimdi nerede bilmiyorum.) Onun Cümle diye bir yayınevi vardı. (Şimdi ne iş yapıyor onu da bilmiyorum.)
Yusuf gerçekten iyi niyetli bir arkadaştı. Ve ortaya güzel eserler çıkarmaya çalışıyordu.
Onunla uzun zaman çalıştık ve İmâm-ı Gazâlî hazretlerinin İhyâu-Ulûmiddîn adlı eserine güzel bir cilt hazırladık. İhya, dört kalın ciltti. Fotoğraflar çekip, özel bir dizayn ile çok güzel bir kutu da ortaya çıkardık. Bence o güne kadar yapılmış kutuların en güzeliydi.
Ama kısa süre sonra bunu “korsanlar” da farketti… Aynı kutuyu ve kitabı çoğaltıp satmaya başladılar. Hatta birisi aynı kutunun (baskı için) filmini alırken, üzerindeki “Cümle” logosunu kazıtıp, yerine kendi ismini koymayı bile ihmal etmemişti!
Tahmin ediyorum o dönemde başka biri bir kutu için o kadar masraf edip, ortaya “daha iyi bir eser çıkarayım” dememişti…
Bu mevzu çok uzar… Ama anlaşıldı sanırım;
Televizyonda “korsan” konusu hazır açılmışken sonuç alınmaya çalışılmalı… Fakat daha da mühimi; dinleyiciler, okuyucular, seyirciler vicdanları kara bantlı korsanlara para ödememeli.
———————————————————
Başarılar
Yaşadığımız şu zamanda herkes birbirinin gözünü boyamaya çalışıyor. Çevremde dürüstlüğün parmakla gösterilir şekilde olması beni çok rahatsız ediyor. İnanın Muammer abi, sizin gibi insanlara rastlamak artık çok zor.
Umarım yazılarınızla, toplumumuzun bu eksiğini bir nebze de olsa gidereceksiniz. Size ve yazılarınıza sonuna kadar güveniyorum. İnanıyorum ki yazılarınızı okuyan bir insan mutlaka biraz da olsa bir şeyler kazanacaktır.
Size başarılar dilerim.
Rana Çölaşan
Büyüdüm mü ne?
“Bir pazartesi sabahı daha, günün bu ilk saatlerinde televizyonda en sevdiğim çizgi filmler oynarken okula gitmek de nereden çıktı? Ama yine de uyku mahmuru gözlerle içilen bir bardak çayın, binbir güçlükle ve hatta zorla gönderildiğim bakkaldan aldığım sıcak ekmeğe sürdüğüm yağın, annemin beslenme çantama dökülür diye koymayı bir türlü istemediği yoğurdumun tadı bir başkadır…”
İşte artık benim de özlemle yadettiğim bir “ah o eski günler”im var. Kimin aklına gelirdi kıymetini bilemediğimiz o eski günlerin özleneceği?
Babam bir fırsatını bulup o eski günlerin güzelliğinden bahsederken ben o vakit olmayan bıyığımın altından kıs kıs gülerdim. Kimin aklına gelirdi ki…
“Bizim bir arkadaş vardı kulakları çınlasın” başlayan hikayeler, hikaye diyorum çünkü anlatılanlar hep birer hikaye tadında idi, sonunda muhakkak trajikomik olaylara sahne olurdu.
Yirminci yaşımda hâlâ öğrenciyim ama okula beslenme çantamla gitmiyorum artık, evden uzakta olduğum için ekmekleri de annem alıyor artık, son olarak sütü de bardaktan içiyorum artık, çocukluğuma geri dönmek istiyorum, yeteeeeer artık!
Bütün bunlara rağmen artık ben de “bizim bir arkadaş vardı kulakları çınlasın” diye başlayan cümleler kurabiliyorum, ayrıca kurduğum bu cümlelerle anlattığım anılarım trajikomik olaylarla sonuçlanıyor…
Büyüdüm mü ne?Orhan Engin Ersin
Emeğin izi
Okunurken akşam ezanları
Besmeleyle kapanır
Günle açılan kapılar.
Bir diğerine emanet
Omuz omuza vermiş yapılar.
Çekilir çarşıdan insan seli “Şükür”ler “bereket versin”le yarışır.
Duanın dudaktaki izleri
Okunan ezanlara karışır.
Yiyeceği bir dilim ekmeği
Kaynamış, sıcacık çorbası
Dört başı mamur sofradır akşam yemeği.
Geçerken boğazından her lokması
Alnındadır huzurun, emeğin izi..
Yılmaz Gül-Soma
Stop
Muammer Erkul
23 Temmuz 1999 Cuma