Sevim’in kaplumbağaları vardı ya birer kibrit kutusu kadar… Hani geçen sene de emanet bırakmış ve sonra iki üç ay yarı aç tutmuştu hayvanları; fazla beslendiklerinden kabukları çatlamaya başladığı için!..
Gene bir Akdeniz turuna katılacakmış… On gün önce bir baktım ki; o ne?.. Eşşek kadar olmuş bunlar, sadece kulakları eksik!.. Küçüğü bile bir sigara paketinden büyük. Üstelik pencerenin önünden kuş geçse, ağızlarını açıp zıplıyorlar; “yemeeek, yemeek” diye ve herşeyi yutmak istiyorlar. Fakat bu defa tembih sıkı: Yem tabletleri sayılı verilecek!..
“Peki efendim!.. Ama şey, kaplumbağaların yerine Sibel’i bıraksaydınız keşke!..”
Naciye, tabiri caizse şimdi tam “darı ambarı”nda… Aylarca-yıllarca (ben şahidim, hem de ağlayarak) aradığı kitapların arasında buldu kendini… Okuyor ve eline fazladan geçenleri de isteyenlere ulaştırıyor…
Önceki gün baktım ki bir koli gelmiş taa Zonguldak’tan… İki gün durdu öylece ve ilk aradığında “geri göndereceğimi” söyledim, ağladı. Ağlarsan ağla!..
Ama temiz kalple, hani benden istenirse vereyim diye, sevabını umarak göndermiş. Açıp baktım ki doğru, koli kitap dolu. Aradım ve gönlünü aldım o zaman…
Peki kolinin içinden bir de ne çıktığını biliyor musunuz? Minik bir kurt!
En üstteki kitabın kenarına yuvalanmış. Öyle bir yerde ki; görmezden gelmek bile mümkün değil, üstelik beni görünce bir de “bükünmeye” başladı!.. Hayvanları severiz de bu ne yapılır ki, kiraz kurdu gibi bir şey. Kitap elimde, kurt kitabın üzerinde. İkimiz de aynı kitabı tutmuşuz sımsıkı!.. (Kitap ise, bu kadar olur; İmam-ı Gazâlî hazretlerinin Kıyamet ve Ahiret kitabı. Yani bir korku hikayesi veya bilim kurgu romanı sürükleyiciliğinde; yarın yaşayacağımız gerçekler…) Baktım ki, kaplumbağalar beni görünce doğrulmuşlar gene… Önlerine attığım an küçük olan kaptı ve yuttu kurdu…
O zaman uzuun uzun düşündüm bu işi…
Bu kaplumbağalar kim bilir dünyanın neresinden geldi satıcısına ve bizim kız da aldı onları… Sonra tatil zamanı bize emanet bıraktı… Levent’teki bir fabrikanın mukavva kolileri arasında başladı hayatına sanıyorum bu kurtçuk… Kitaplar da Fatih’ten Karadeniz Ereğli’ye sevkedilip, bir şekilde Naciye’de buluştular, ve sonra da kargo görevlisine benim adresim verildi… Birinci gün yolda geçti, ikinci gün adresime gelen koliyi ben bir sonraki gün açtım; ağzı açık bekleyen kaplumbağaların bulunduğu evde!..
Bir hafta önce; kaplumbağalar bu evde yoktu, bu kolinin içinde sıvı sabun vardı. Bir hafta önce gözle görülemeyecek kadarcık olan bu kurt meğer küçük kaplumbağanın rızkıymış!..
Bunları düşünürken Naciye arayınca düşündüklerimi aynen anlattım ve dedim ki;
“İşte bu gönderdiğin kitaplar da, kim bilir kimlerin MANEVİ RIZKIDIR!..”
…..
Biz bunları konuştuğumuz saatlerde Bursa’dan bir mail yazılmış… Ona lazım olan kitaplardan üçü birden bu kolinin içindeydi, hemen yolladım Ş..’a!.. Aynı gün, eski müteahhitimiz için bir tane götürmüştüm, elimdekilerin dördünü birden neredeyse zorla aldı… Bir gün sonra amcam bir imam arkadaşı benimle gönderdi. Yolda bir konu açıldı, gösterdiğim kitabı okuyup okumadığını sordum…
“Bir kısmını okumuştum, ama verirsen okurum”, dedi…
“Al, dedim… Bu da sana hediyemiz olsun!..”
(Bu, sıradan bir hikaye… Ama derinlemesine düşününce; sıcacık gülümsüyor insanın içi, değil mi?..)
Stop
Muammer Erkul
13 Temmuz 2002 Cumartesi