Meraklı sorulara cevaplar [09 Ağustos 1999 Pazartesi]

Meraklı sorulara cevaplar

Bugün köşemiz özellikle mektup gönderenler için. Ama biliyorum ki bazı soruların cevabını hiç yazmamış olanlar da merak ediyor. Hadi bakalım, bugün de böyle olsun…

“Stoplayanlar” ne demek?
Stoplayanlar; mektupla, faksla veya elektronik posta (e-mail) vs. ile bize ulaşmış olanlardır. Bu isimleri yayınlamamın sebebi ise gönderdiklerinizin elime geçmiş olduğunu anlamanız içindir.
* Stoplayanlar’da ismi çıkanların gönderdikleri mi yayınlanıyor?
Hayır, böyle bir kaide yok. Postayı veya faksları aldığımda önce (hiçbirini okumadan) isimlerini yazıyor ve fırsat buldukça yayınlıyorum.
* Her gönderileni sıraya koyup hepsini yayınlıyor musunuz?
Hayır, zaten buna imkan yok. Sayfanın tamamı, her gün Stop’a verilmiş olsaydı, o da “belki” yeterdi her geleni yayınlamaya… O yüzden hakikaten çok zorlanarak tarıyor ve defalarca okuyorum yazdıklarınızı. Ve ancak % 10 veya 20’sini ayırıyorum yayınlamak için.
* Bazen şiir veya mektuplarımızın bir kısmını kesiyorsun ama!..
Buna mecburum… Çok uzun oluyor gelenler. Bir yazıyı veya şiiri “kesmeye” çalışmaktansa bütün vermek çok daha basit. Ayrıca bunu yapmaktan hoşlanmıyorum da. Üstelik gönderilenler de çok fazla. Buna ben seviniyorum, siz de sevinin; çünkü şiirinizin bir kıtası da yayınlanmış olsa, gerçekten çok okunan bir köşede çıkmış oluyor… Öyle değil mi?..
* İkinci şiirimi göndermek için, ilk şiirimin çıkmasını beklemeli miyiz?..
Yo yo… Bir süre bekleyip yenilerini gönderin. İlk gönderdiğiniz yayınlanacak diye bir kural yok ki…
* Gönderdiklerimiz yayınlanmazsa kalbimiz kırılıyor ama…
Şu konuda anlaşalım isterseniz: Yazdığınızı göndermişseniz, peşinen bana güveniyor olduğunuza inanıyorum. Sizin evinize girmenin bile kuralları var, değil mi?.. Burada da, (şu an anlatmak uzun sürecek) ince bazı “ayar”lar var ki, tahmin edebilirsiniz… Ve de olmak zorunda… O yüzden hangisi yayınlanmadı diye fazla da yorulmayın. Zaten bunu kimse bilmiyor, malum; “yayınlananlar” görülüyor sadece.
* Kimin nesi veya nerede çalışıyor olduğumuz bir öncelik sağlıyor mu?
Bunu kimse aklından bile geçirmesin…
* Rumuz kullanabilir miyiz?
İnsanların kendini (özellikle bana yazdığı halde benden) saklamasından hoşlanmıyorum.. Özel durumlar olsa da bilmem hakkım değil mi?.. Veya herhangi biri kendi yazdığının arkasında durmak yürekliliğini göstermeli, değil mi?..
Bazen görüyorsunuz, rumuzunu kullandığım (tanıdıklarım) var. Ama hiç tanımadığım, bilmediğim bir kişi bana ismini bile yazmıyorsa, ona ancak “sonralık” tanırım, bilmiş olun.
* Ama adımızın mahzurlu olduğu durumlar var..
Öyleyse beni de “kandırın” ve kendinize başka bir “isim” bulup onu kullanın.
* Bize başka tavsiyeleriniz var mı?..
Sizin yazdığınızı okuyamayan biri, onu değerlendiremez de, öyle değil mi?.. O zaman okunabilecek kadar iri, kağıdın iki yanından da boşluk bırakarak ve siyah kalemle yazın… Mektuplarınıza, (uymam için) emir ve talimatlar koymayın, yakışmıyor… Hoşgörüyü unutmayın.

Ayrıca, seçtiğiniz konularda ümit-umut olsun, iyilik ve güzellik olsun, heyecan, moral ve motivasyon olsun…
Yazdıklarınız “ismi şu soyismi bu” olan birineyse, o yazdığınız yayınlanmaz!.. Yazdıklarınızda nasıl “ölüp bittiğinizden” başka bir şey yoksa, o da yayınlanmaz…

Benim “gıdam” sizin mektuplarınız… Acıyın bana!..
Size ne tür yazılar yazmamı istiyorsanız bana o türlü şeyler yazın. Çünkü eninde sonunda okuduklarımızdan bir şeyler sinecek üstümüze… Öyle değil mi?..

——————————————————–

Pencereden tebessüm
Sıcak bir yaz günüydü…/Güneşin kavurucu sıcağı, bunaltıcı bir hava meydana getirmişti./Yarın en sevdiği arkadaşının doğum günüydü./Ve ona bir hediye almalıydı./Havanın sıcaklığını düşünmeden çıktı yola/ve bir otobüse binerek, gitti çarşıya/Hiç sevmezdi hediye almayı/Çünkü hediye seçmek zor gelirdi ona./Tek tek baktı vitrinlere/Ve zar zor aldı bir hediye./Çok sıkılmıştı, hemen eve gitmek istiyordu./Bir otobüse atladı ve evin yolunu tuttu./Ne yazık ayakta kalmıştı/Bir mendil çıkardı ve sildi alnındaki teri./Nihayet eve yaklaşıyordu./İneceği yerin yakınında hoş bir genç gördü ona bakan./Bu sefer çekmeyeceğim gözlerimi dedi içinden./Kapı açılınca yavaş yavaş indi otobüsten/Ve baktı çocuğa/Genç birden şaşırdı./Gözlerindeki sevgi pırıltılarının yerini acıma aldı./Dudakları kapandı, boynu büküldü./Belki de genci şaşırtan,/Sadece yüzünü görüp gülümsediği kızın/Elindeki koltuk değnekleriydi…
Ayşe Kıyak-Kayseri.

Şiirlerinizden
Geçmiyor günler, yangınlardayım,/Tükeniyor ömrüm sonbahardayım…
(Rabia-Adana)

Orda dağlar yalnız, burdaysa ben…
(Luman Çırak-Kars)

Benim şehrimde sen yoksun,/Ama hep sen dolusun.
(Ali Tıraş-Adana)

Sen bir rüyasın/Görememekten korktuğum/Sen bir bekleyişsin/Yoluna baktığım.
(Necla Barış-Manisa.)

Aşk dünyanın en garip duygusu.
(Harun Özcan-Konya)

Ve derler ki, Baba Tahir
(Nihayet hanımdan gelen uzun şiirin ancak en sonunu yayınlayabiliyorum… Tahir Kutsi Ağabeyimizin hatırasına…)
… Ve derler ki Tahir Baba/Sevgiyle gösterdi çaba/Olmadı emeği heba/Temiz-Tevazu-Merhaba/Ömür boyu söylemişsin/Açık sözü yeğlemişsin/Allah’ım rahmet eylesin/Ailesine sabır versin/Nihayet, her can fanidir/Temiz sevgiler bakidir/Sırasıyla gidiyoruz/Hep hayırlar diliyoruz/Kimseye baki olmayan/Ve de kimseye kalmayan/Bu dünyaya bağlananlar/Çıkar dostu arayanlar/Alınsın kıssadan hisse/Ecel yakındır herkese…
(Nihayet Ağçay)

Stop
Muammer Erkul
09 Ağustos 1999 Pazartesi

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir