Gel bakalım şu mindere!
Gidip dedemin yanına oturdum. Çünkü bir şeyler anlatacağını anlamıştım… Az evvel önüne konan kahveden bir yudum aldıktan sonra dedi ki:
– Şimdi sana bir masal anlatacağım, fakat senden önce başkaları anlayacak!
Bu söz benim için önemli değildi. Dedem masal anlatsın da, kim ne anlarsa anlasın!.. Ben onun anlattıklarını severdim tabii ki, ama bundan daha çok sevdiğim şey, onun masalı anlatmasıydı…
-Bir varmış bir yokmuş. Ormanın derinliklerinde yedi cüce yaşarmış… Bunların her biri iyi kalpli, yardımsever ve çalışkan âdemlermiş… Bir gün bakmışlar ki; o da ne? Uyuyan bir dünya güzeli, şaşırıp kalmışlar…
Bu masalı eskiden beri biliyordum. Aslında diğer dinleyenler de biliyordu. Ama ben başımı dedemin dizine koymuştum ve lamba ışığının sakallarında parlamasını, yüzünün çizgilerini derinleştirmesini seyrediyordum… O ise masala devam ediyordu:
-Devlerden üç tanesi, Pamuk Prenses’i kaynatarak, patates ve soğanla birlikte yemek yapmak isteyince, diğer dört tanesi itiraz ederek; çok acıktıklarını ve bir an evvel ateşte kızartıp yemek istediklerini söylemişler…
O kadar şaşırmıştım ki, ansızın ayağa fırladım…
-O masal böyle bitmez ki, dedim!..
-Neden böyle bitmez ki? dedi.
-Çünkü onlar iyi insanlardı. Böyle kötülük yapmış olamazlar… Hem de cüceler böyle birden bire dev olamazlar, dedim…
-Peki, o zaman ben de başka bir masal anlatırım, dedi…
Karşısına oturdum. Pürdikkat dinlemeye başladım. Birçok masal anlattı, ama hepimizin daha önce okuduğu, dinlediği, bildiği bu masalların sonu hep değişikti, tersti, acayipti bu gece. Onun için de bir kısmına ben, bir kısmına ablam, bazılarına da yengemler, hatta ninem müdahale ettik… Her biri için; “bu masal böyle bitmez, şöyle olacaktı” dedik…
Dedem de her seferinde “neden” diye sordu. Bizler de;
“Ak koyun, ansızın kara olur mu?” diyerek… “Fesat vezir, hikâyenin sonunda birden bire merhametli sultana dönüşür mü?” Diyerek… “Minik kuzu yıllarca dudaklarıyla pıtır pıtır topladığı çiçeklerle beslendikten sonra, çoban köpekleriyle boğuşan kızıl gözlü, sivri dişli bir kurt haline gelir mi?” diyerek itiraz ettik…
Dedem de her defasında başını salladı ve “peki” deyip yeni bir masal anlattı…
Fakat yine de bu gece, her masalın başı başka sonu başkaydı. Yazılıp da okumuş olduklarımızın veya anlatılıp da dinlemiş olduklarımızın zıddıydı…
Dedem sonra;
-Bazıları kendi alın yazısını merak eder ya, dedi. Onun için anlattım bunca masalı.
Alın yazısını merak eden; kendi ardına baksın!..
Çünkü yarısı yaşanmış bir hayat; yarısı anlatılmış bir masal gibidir!
Kötü kurt halinde yaşamış insanlardan kaç tanesi, masum bir kuzu gibi bitirir hayatını? Hanım hanımcık bir genç kız terbiyesi gören Prenses, mağara kovuğuna sığınıp, pis kıyafetler içinde, örümcekler ve yarasalar arasında büyücülük yaparken mi bitir hayatını?..
Yani insanın alın yazısı, o insanın romanı gibidir!
Bir romanın okunmuş olan kısmı, okunacak olan kısmı hakkında elbette fikir verir!..
Stop
Muammer Erkul
09 Şubat 2007 Cuma