Yırtınanlar var; “vay efendim neden böyle oluyor” diye, daha beter olsunlar/olacaklar!..
Ne oluyor ki; “bahar gelince tohumların çıkmasından” başka?..
Sen şunu sor kendine, tembel cırcır böceği; ne ektin ki toprağına ne bitsin/ne bitecek?..
Yemek için biriktirdikleri tohumlardan artanlar bile öbek öbek yeşerip fışkırıyor karıncaların kışı geçirdikleri yuvalarından…
Yani, yapmazsan olmuyor; yapmadıkça olmayacak!..
Herkes “nazım” nedir bilmeyecek, bilmek zorunda değil… Fakat Nazım’ı biliyorsa herkes, ve her baharda Nazım yeşeriyorsa toprakta, kelini kaşı!.. Kambur, senin sırtında!..
Dünler hatıradır, ama dünlerin hatırı; hatırlayana!..
Tecrübenin faydası; hatalarını tekrarlamayana!..
Yaşımız küçüktü, veya büyüktü ama; pek çoğumuz o günleri yaşadık.
İşin kavgasına, hatta terör kısmına kayanlar, günü geldiğinde pişman oldular yaptıkları bu işten… Bir bölümü yorulup, kendi kendilerine terk etti saptıkları bayırları; bir kısmı çağırılınca geri döndüler… Bazısı da izlerini kaybettirip, dağların ardına, başka başka şehirlere göçtüler ve uslu başlı insanlar olup hayatlarını sürdürdüler…
Öyle de böyle de terk etmiş olsalar, bu insanların çoğu bir daha açmadı ağızlarını, mazileri hakkında… Yeni yollar tutmuş, yeni insanlar tanımış, yeni işler kurmuş, yeni birer yuvaları hatta çocuklar olmuştu…
Acı-tatlı hatırlarla dolu; cızırtılı, kopuk, renksiz bir eski film şeridinin parçaları geçer giderdi kimi geceler gözlerinin önünden; uyku öncelerinde… Fakat böyle zamanlarda, onlar artık; belki sağdan sola, yahut soldan sağa döner… Belki yatak arkadaşlarına sarılır… Belki dudaklarını kıpırdatarak bir şeyler okur, söyler, mırıldanır… Belki de karanlığın süngerine doğru birkaç damla yaş salıverirlerdi…
Olan olmuştu çünkü, geçen geçmişti, biten bitmişti artık.
Hayatın devamı vardı yani, ve hayatın sonrası vardı!..
Yaşımız küçüktü veya büyüktü ama; o günlerin pek çoğunu yaşadık.
İşin kavgasına karışmayıp kenardan şarkı söyleyenler vardı; ki onlar hâlâ var!.. Kıyıdan şiir okuyanlar vardı; ki onlar hâlâ var!.. Meydanların dışında kitap yazan, oyun perdeleyen, senaryolar hazırlayıp filmler çekenler vardı…
Bunlar; ellerinde baltalar, benzin bidonları ve çakmaklarla ormanlara dalanların aksine; torbalarındaki tohumları, meşe palamutlarını toprağa batıranlardı…
Bunlar; sanat yapanlardı!..
Sanat, kimin elinde ise; gelecek onun!..
Bir insan, belki bir ormanı yakabilir…
Fakat bir insanın ömrü; kestiği-yaktığı bütün ağaçların bütün köklerini söküp çıkarmaya ve saçtığı bütün tohumlarını bulup toplamaya yetmez ki!..
İşte bunun için; sanatı elinde bulunduranlar geleceğin sahibi…
İşte bunun için, toprağa tohum sokanların ömrü; eli baltalıların ömürlerinden uzun!..
Bunun için gönderinde dalgalanıyor Nazım, ve bu niyetle toprağa dikilen tohumlar birer birer yeşeriyor… Ve yeşermeye devam edecekler.
Sen, kendine sor: Kaç tohumun var ekilmiş?..
Yoksa, dedenin diktiği fidanı okşamakla mı meşgulsün?..
Stop
Muammer Erkul
29 Nisan 2005 Cuma