Sedefadası’nda otopazarı neden yok?
Bu yazıyı, bu yazıyı okuyanların ana-babalarının da okumuş olmasını ne kadar isterdim.
Veya hiçbir ana-babanın, yeni katladığı gazetedeki bu yazıyı kendi evladına okutabilmek için “bir kurnazlık” düşünmek zorunda kalmamasını!
Bu yazıyı bütün ana, baba ve evlatların aynı anda okumaya başlamış ve aynı düşüncelerle bitirmiş olmalarını ne kadar isterdim…
Büyük Sahra Çölleri’nde, tam da öğle vakti elektrikli kalorifer satmaya çalışan bir geri zekalının var olabileceğini aklınız kesiyor mu?.. (Hiç düşünmeyin; o ben değildim!)
Buna, harika bir “hüküm” koymuş atalarımız:
“Müslüman mahallesinde salyangoz satılmaz!”
Sopalığın biri soruyor şimdi;
“Peki, nedeen?”
Alan olmaz da ondaaan!..
Hadi bilin bakalım bu soruyu da:
Sedefadası’nda neden otopazarı yok?
Sedefadası’nı bilen var mı aranızda? Orda fayton bile yürüyemez… Orda bugüne kadar hiç kimse otomobil satmadı ve almadı… Orda bu güne kadar hiçbir araba deneme sürüşü yapmadı, tamir edilmedi, bakıma girmedi…
Ve hiç kimsenin aklına da “Sedefadası’na otomobil pazarı kurmak” gelmedi…
İyi mi oldu gelmemekle, kötü mü oldu?
Yoo, ne iyi denir buna, ne kötü;
Olan da, olması gereken de buydu çünkü!
“Zembil”in büyük sepet demek olduğunu kaç kişi biliyordu şimdiye kadar aranızda, bilmiyorum. Ama renk renk, model model, marka marka her çeşit otomobil gökten zembille indirilirdi, eğer birisi, dünyanın otomobil almak isteyen bütün para babalarını bu niyetle Sedefadası’na toplayabilseydi…
Aynı fikirde miyiz?
Yani “alıcı” olduğu zaman, satıcı ne yapıp ediyor ve “malını” koyuyor ortaya…
Mal iyidir, iyi değildir… Fakat ardından kalite de yükselmeye başlıyor ve dillere destan pazarlar oluşuyor…
Kaç evlat ne yaparsa yapsın, bir türlü ana-babasına yaranamadığından, onları razı edemediğinden şikayet etmekte biliyor musunuz?..
Evladından memnun olmayıp, onların kendilerini hoşnut etmeye çalışmadığından yakınan ana-babalar adedince!..
Az önce “gevelediğimi” düşündüğünüz laf buydu işte…
Şimdi de sizin beyninizi kemirsin bu kıymık.
Hadi, kolay gele!
Şaka bir yana;
Hiçbir evlat, kalkıp Sedefadası’na oto pazarı kurmayacak…
Ama bütün evlatlar da, alıcı buldukları an, alıcı buldukları mekana tezgahlarını açacaklar…
Anlatabiliyor muyum?
Anlatabiliyor muyum;
Biraz “memnun olmaya çalışmanın” ne kadar mühim olduğunu?
Evlatlarından ilk önce razı olan ana-babalar; “evlatlarından razı olmak isteyen” ana-babalar, biliyor musunuz?..
Ve ana-babalarının rızasını almaya, onların gönlünü hoş tutmaya çabalayan evlatlar ise, kendilerinden “razı olunduğunu bilen” evlatlar.
Aslında herşey ne kadar basit, kolay ve dümdüz…
Öyle değil mi?
Her halde kıyamete kadar hiçkimse Büyük Sahra Çölleri’nde, hem de öğle sıcağında elektrikli kalorifer satmak için tezgah açmayacak…
Herhalde kıyamete kadar hiçkimse Sedefadası’nda oto pazarı kurmaya da çalışmayacak!
Al benden de o kadar…
Ben de “ayynen sizler gibi” düşünmekteyim.
Ana-babalar “razı” olduklarını hissettirdikleri sürece daha çok razı edilmeye, gönülleri hoş tutulmaya çalışılacaklar…
Ve evlatlar; çabalarının bir değer bulduğunu, kendilerinden hoşnut olunduğunu, büyüklerinden dua aldıklarını, fedakârlıklarının boşa gitmediğini bildikleri için, yaptıklarını daha bir severek yapacaklar.
Sonra?..
Sonra güle oynaya, gönüllerin hoşnutlukla dolu olduğu bir sohbet esnasında, biribirlerine sımsıkı sarılmış olan ana-baba ve evlatlar, bu minnacık “ipucu”nu tutmalarını tavsiye ettiğim için, hep birlikte bu fakire dua edecekler.
Aynen bu yazının da (inşaallah) bir dua olduğu gibi…
——————————————————–
ŞİİRİN ŞİİR OLDUĞU ZAMANDAN:
Besbelli
Ahmet Kutsi Tecer (1901-1967)
Besbelli ölümüm sabahleyindir.
İlk ışık korkuyla girerken camdan,
Uzan, başucumda perdeyi indir,
Mum olduğu gibi kalsın akşamdan.
Sonra koş terlikle haber vermeye,
“Kiracım bu sabah can verdi” diye,
Üç beş kişi duysun ve belediye,
Beni kaldırmaya gelsin, odamdan.
Evden çıkar çıkmaz omuzda tabut,
Sen de eller gibi adımı unut.
Kapımı bir kaç gün için açık tut,
Eşyam bakakalsın diye arkamdan.
Bunları biliyor musunuz?
Diye soruyor okuyucumuz, Kamber Taşlı… Oldukça araştırmış belli. Ben de bunları sizinle paylaşıyorum. Bilmediklerimizi birlikte öğrenelim diye:
Az ışıkta okumak gözlere zarar vermez. Ama gözlerinizin gereksiz yere yorulmasını istemiyorsanız aydınlık yerde okuyun.
Yanlış dereceli gözlük gözleri bozmaz.
Bilgisayarla çalışmak gözleri bozmaz, sadece yorar.
Dünyadaki ısı 1900 yılından itibaren 0.7 derece arttı.
600 tane bitki cinsi et yiyendir. (Camiraous)
Yunusların beyni insanlarinkinden daha büyüktür.
Arılar, sivrisinekler ve diğer ses çıkaran böcekler kanatlarıyla bu sesi çıkarırlar.
İnsanlar, ömürleri boyunca 20 kilo toz yutarlar.
Shakespeare 23 Nisan’da doğdu ve 23 Nisan’da öldü.
Dünyada en çok kullanılan isim Muhammed’dir.
Michael Jordan’ın bir senede Nike reklamlarından kazandığı para, Malaysia’daki Nike fabrikasında çalışan tüm personelin aldığı senelik maaştan daha fazladır.
Amerika’lılar her gün 1.6 milyondan fazla saat trafik sıkışıklığında zaman kaybederler.
Bir oyun ne önemi vardır? 1923’te bir oy, Adolf Hitler’i Nazi partisinin
liderliğine getirmişti!..
Amerika’da sandviçlerin %50’si öğle yemeklerinde, %28’i ise akşam yemeklerinde yeniliyor.
Her insan günde ortalama 2 kilo çöp üretiyor.
Kibrit kutusu kadar bir altın, bir tenis kortu büyüklüğüne kadar inceltilebilir.
İnsan saçının günde ortalama 80 ile 100 teli dökülür.
Atmış yaşında, insanlar tat alma duyularının %50’sini kaybederler.
El tırnakları, ayak tırnaklarından daha hızlı büyür.
Gülmek için 17 kasa ihtiyaç vardır. Surat asmak için ise 43 kas hareket etmek zorundadır!
İnsan vücudunda 600’den fazla adale vardır.
Beynin %85’i sudur.
İnsan vücudundaki en güçlü kas dildir.
Gözleri açık tutarak hapşırmak imkansızdır.
Bir insan yedi dakika içerisinde uykuya dalar.
Sıcak su soğuk sudan daha ağırdır.
Mexico City her sene 25 cm. kadar batıyor.
Peru’da hiç umumi tuvalet yoktur.
Sağ elini kullanan insanlar, sol elini kullananlara göre ortalama dokuz yıl daha fazla yaşıyorlar.
Bir insan hayatı boyunca iki yüzme havuzunu dolduracak kadar tükrük salgılar.
Telefonunuz 201 parçadan oluşur.
Stop
Muammer Erkul
13 Ocak 2000 Perşembe